
hani geldin ya,
hani gelip beni alıp ömrüne kattın ya,
hani bir sürü yeri gezdik ya biz senle
bir sürü farklı yerde uyuduk ,
istanbul'un muhtelif yerlerinde; adalarda ve sapanca’da
7 ayrı ev kurduk ya bugüne kadar
hani yüzlerce kez güneşi beraber batırdık ve dolunayı karşıladık ya seninle,
ömrümüzün minik taşlarından çakıl taşı yaptık biraz da büyüttük ya hani
hani konuşmaktan çenem ağrıdı ya benim defalarca
hani senin de susmaktan dudakların yorulmuştu
gülmekten gözlerimiz, sarılmaktan kollarımız ağrımıştı çok
hani ordan burdan; avare adımlarla döneriz ya eve,
kapıda karşılayan bir çılgın köpeğimiz var ya bizim, hani sürekli burnunu kıyafetlerimize süren,
bütün bir pazar sabahını bilumum "pazar gazetesi" okuyarak geçirirdik ya eskiden,
hani senin yapamadığın ve yaktığın elmalı kurabiyeler vardı ya
hani taş gibiydi, yanıktı da gene de çok güzel olmuş demiştim ben
hani dünyanın en tek kişilik tuvaletine üç kişi girip alt değiştirmiştik ya romada, hani her yanımıza bulaşmıştı ya
hani bazen manzaraya karşı bi' tane yakmak pek tatlı gelir de sen gene de yan yan bakarsın ya,
hani sırf sen seviyorsun diye “burun” oldum ya ben
tam sen filmi koyup ortamı hazırladığında daha yazılar bitip film başlamadan uyuyakalıyorum ya ben dizinde
hani evde ekmek pizza filan yapıyoruz ya biz çakılla, hani sen hep “10 numara” dersin ya,
sen geleceksin diye dakikaları sayıp sonra da beklemiyormuş gibi yaparım ya ben hep hani,
hani hamileyken bebek’te kocaman dondurma almıştın ya bana,
hani seninle uyurken, ayaklarım hiç üşümüyor ya,
...
işte bütün bunlar yüzünden, hiç yüzümden düşmeyen gülümseme bu yüzden....