bütün bayram elle tutulur ve işe yarar hiç bir şey yapmayınca dün kızım uyurken ona eldivenden doggy yaptım, kızım uyanınca çok sevindi, ben erkek planlamıştım ama çakıl toka takalım, boncuk koyalım vs deyince efemine bir erkek doggy'dense kız olsun deyip kurdaleyi tepesine konduruverdim.
Güneyde bir kasabada/Beyazlarla karalar/Oturamaz yan yana/
Güneyde trenlerde/Zenci vagonu ayrı
Otobüste yerimiz en arkada/
Ama atlı karıncada/Yok ki arka sıra
Hangi ata bineyim/Benim derim kara”
diye soruyordu Langston Hughes, kara bir çocuğun ağzından. Bundan 53 yıl önce bir gün Rosa Parks adlı siyah bir kadın, otobüste beyazlara yer vermeyi reddetti. O an, sivil direniş tarihinin şanlı bir sayfasını çevirdiğini bilmiyordu elbet. Ama artık canına tak etmişti. Rosa Parks’ın, insanlığın büyük bir utancına başkaldırışı, tarihi tesadüflere yazdırmayı seven pembe dizi tarihçileri tarafından heyecanlı bir hikayeye dönüştürüldü: Yaşlı bir terzi kadın, o gün çok yorgundu. Siniri tepesindeydi. Kalkmadı. Buradan başladı siyah ayrımcılığına direniş. Rosa anlatıyor: “İnsanlar sürekli o gün yerimi yorgun olduğum için vermediğimi söylüyorlar, ama bu doğru değil. Fiziksel olarak yorgun değildim, ya da genelde bir işgünü sonunda olduğumdan daha yorgun değildim. Yaşlı da değildim. Bazıları o zamanlar yaşlıymışım gibi bir imge yaratıyor. 42 yaşındaydım. Hayır, tek bir yorgunluğum vardı, pes etmekten yorulmuştum.”Tarihe ‘Montgomery Otobüsü Olayı’ olarak geçen bu dönüm noktasında yakılan bir kibrit ayrımcılığa direnenlerin yolunu aydınlatıyor hâlâ. Rosa Parks, herhangi bir yaşlı işçi kadın değildi. Yoksul doğmuştu. Babası marangoz, annesi öğretmendi. Hayatı kendi ırkından, kendi sınıfından gelen milyonlarınki gibi bir engelli koşuydu. Çoğu, açlıktan, itilip kakılmaktan, hastalıklardan, suç ve cezadan genç yaşında terk ederdi koşuyu. Eşitlik ve demokrasi meşalesini kimselere kaptırmayan ülkesinde her ikisinden de beslenemeyecek durumdaydı. Fırsatların eşitliği tok beyazlar içindi. Büyükkanesiyle hastalanan annesine bakmak için eğitimini tamamlayamadı. Anlatıyor: “Kölelikten 13 yıl sonra 1913’te doğdum. Okumama izin veriliyordu, öğretmen olan annem çok küçük yaşta bana okumayı öğretti. İlkokulum küçük bir binaydı ve tüm çocuklar için tek öğretmen vardı. Çoğu zaman ailelerin maddi gücü yetmediği takdirde kitap kalem gibi ihtiyaçlarınız karşılanmazdı. Ama çocuklar paylaşmayı bilirdi.”1932 yılında Raymond Parks’la evlendi. Hizmetçilik yaptı. Eğitimini dışarıdan bitirdi. Oy hakkını kazandı. Eşiyle birlikte siyasete katıldı. 1943 yılında insan hakları hareketinin etkin bir üyesiydi. O gün yerini beyazlara vermeyi reddeden Rosa’nın yanına otobüsün şoförü geldi. Kalkmazsa polis çağırıp kendisini tutuklatacağını söyledi. Rosa’nın kılı kıpırdamadı: “İstediğinizi yapabilirsiniz.” Rosa’nın tutuklanması, Amerika’nın tarihinde geri dönüşü olmayan bir ayaklanma başlattı. Siyah örgütler bir araya geldi. Martin Luther King, Rosa’nın direnişinin açtığı yolda büyüdü ilk. Montgomery Otobüs Boykotu’nun sorumlusu seçildi. Mücadeleye başlamanın tam sırasıydı. Rosa, fitili ateşlemişti. Her sabah siyahlar işlerine yürüyerek ya da bisikletle gitmeye başladı. Boykot, olağanüstü başarılı olmuştu. Otobüs yolcularının yüzde 75’ini oluşturan siyahların otobüs boykotu otorite tarafından terörizmle suçlandı. Yılmadılar. Otobüs şirketleri zararla başa çıkamaz hale gelip daha fazla direnemediler. 382. günün sonunda otobüslerdaki ırk ayrımcılığı uygulamaları sona erdirilmişti. Dünyanın kapısı olan ve olmayan her yerine gelmişti sıra. Rosa, tutuklandıktan sonra işinden atıldı, Montgomery’i terk etmek zorunda bırakıldı. Ama yoldaşlarıyla birlikte coşkuyla sürdürdü hak mücadelesini. 1963 yılında Martin Luther King’in tarihin en ünlü metinlerinden biri olan ‘Bir Rüyam Var’ konuşmasını yüz binlere dinletmesinin yolunu açan Rosa’nın ‘Hayır’ demesiydi. Ömrü boyunca genç siyah çocuklara, kapısını çalan herkese insan hakları mücadelesi eğitimi verdi. Defalarca onurlandırıldı. 1990 yılında Mandela’yı karşılayacak heyete davet edildi. Mandela onu gördüğünde boynuna sarılarak, “Hapiste olduğum sürece hep bana destek oldun” diyecekti. Öleli üç yıl oldu. Rüyasının gerçekleştiğini göremedi elbet. Belki torunları da tam olarak göremeyecek. Ama Rosa Parks, rüyasını dile getirmişti bir kez. O rüyayı paylaşanlar çoğalıyor. Bir gün. Mutlaka.
iki sene önce bugün, bu saatlerde yine bilgisayarımın başındaydım. O gün sana bir mektup yazmıştım bebeğim, ola ki bi şeyler ters giderse endişesiyle. doğuma saatler kala muhtemelen her annenin yaşadığı duygularla:
"Küçük kızım, Çakıl’ım
Babanın yerli yersiz korkuları birkaç eş dostun anlamsız yorumları sayesinde adın Çakıl olmayacak, ama sen benim küçük Çakıl taşımsın, tabiatın küçük bir parçasısın.
Baştan söyleyeyim bu mektup bir klişedir ve elbette ki senin tarafından hiç okunmaması en büyük dileğim. Dünya Sağlık örgütünün raporuna göre her yıl 500 binden fazla kadın doğum sırasında ölüyormuş. Bu durum bende sana ve babana söyleyeceklerimi yazma gereksinimi yarattı.
Evet minik bebeğim,
Henüz tanışmadık, dolayısıyla huyunu suyunu hiç bilemiyorum. Belki birazdan söyleyeceklerimi duymaya hiç ihtiyacın olmayacak ama -beni sana yeterince anlatırlarsa öğreneceksin ki- ben söylemeden duramam
Hayatını pozitif ve cıvıl cıvıl geçirmeni dilerim, olaylara sükûnetle yaklaş, hiçbir zaman hiçbir şey için acele etme, yaşam sana her şeyi vaktinde yapabilmen için yeterince zaman verecektir. İnsanlara kıymet ver, incinsen de örselensen de dostlarına ve ailene güvenmekten vazgeçme. Doğanın küçük bir parçası olduğunu, bütünü hiçbir zaman etkilemeyeceğini ama o bütünün senle var olduğunu özümse.
Korunmayı kollanmayı bekleme hayatını bunun üzerine kurma, ama seni sevenlerin korumalarına da müsaade et.
Sana büyük hedefler yaşama dair annesinin yapamadıklarını yapma görevi filan bırakmıyorum, nasıl istiyorsan öyle yaşa, hiçbir şeyi yapmak zorunda olmadığın gibi kimse gibi olmak zorunda da değilsin.
Her şeye karşın güzel bir dünyaya gelmek üzeresin, ben olmasam bile seni yetiştirecek birileri muhakkak olacaktır. Babanın ne kadar kıymetli biri olduğunu ve elini değdirdiği herkesin hayatını büyük bir pırıltıyla değiştirdiğini görmüş olacaksın, yaşam ilkelerini oluştururken onun yön göstermesine izin ver, bu sayede erdemli ve sevilen biri olacağına şüphem yok.
Anneannen, babaannen, dedelerini, teyzelerini, amcalarını ve halanı tek tek anlatmak mümkün değil, iyi niyetlerine güven sana destek olmalarına izin ver, her birinden öğrenecek çok şeyin var, yolunu kendin çiz ama yön göstermelerini iste, sana benim kadar kıymet vereceklerinden yaşamının kıyısından hiç ayrılmayacaklarından hiç şüphem yok.
Sakin ol. Acele etme. Büyürken göreceksin; bu yaşamda karşılaşacağın her şey seni acele ettirmeye çalışacak. Etrafındakiler hızlı hızlı konuşacak, saatler akıp gidecek ve ne kadar gereksiz bir koşturmanın ortasında kalmış olduğunu anlayacaksın. Aldırma bebegim.
Özetle, güzel kızım,
Seni dünyalar kadar seviyorum, seni çok sevecek birilerinin hep var olacağını biliyorum. Gül yüzlü, güleç yüzlü cıvıl cıvıl bir kız olmanı, yaşama dair her olguyu pozitif gerçekçilikle karşılamanı dilerim. İnsan her şeyi yaşar hayatta hepsine hazırlıklı olmak mümkün değil. Sana tavsiyem hayatını eksiklerin değil var olanların üzerine kurman.
Sonsuz sevgilerimle. Ayşen/annen"
ve sen geldin Çakıl... kocaman gülen gözlerinle; her daim dudağındaki gülümsemenle
Şimdi sana yeni mektubum;
"Güzel kızım, güleç kızım yaşamıma kattığın her an için öncelikle, içtenlikle teşekkür ederim. 30 yıl düşünsem yine de böylesini hayal edemezdim.
İlk tavsiyem/dileğim sana şimdi happy baby diyen herkesi haklı çıkarman ömrünü happy baby, happy girl, happy woman, happy aunt, happy grandma olarak geçirmen
yaşamını baskısız, sıkıntısız güneşler içinde geçirmeni diliyorum her anne gibi. bütünüyle gerçek olamayacağını bilerek.
Seni hayal ediyorum; genç bir kadın olduğunda ülkemizin ve yaşadığın koşulların karanlığa dönük olmamasını istiyorum. Sen ve bu ülkenin tüm kadınları çiçekli elbiselerle uzun güzel saçlı başları dik dolaşabilsinler, çalışsınlar, var olsunlar diye çabalayacağım ömrüm boyunca.
Bu sıralar gidişat kötü bebeğim, birileri yine ortaçağ hasretiyle ateşlemekteler din kisvesi altında kişisel arzularını. Var olmanın ve sen olmanın kimsenin keyfiyetinde olmayacağını, sana bir şeyler bahşetmediklerini, sen büyüyüp bunlarla uğraşma yaşına gelene kadar anlamış olmalarını dilerim. Ve bitmemiş olursa bu süreç, yüzünü aydınlığa dön meleğim hiç korkmadan.
Yaşamaktan yapmaktan keyif aldığın her neyse, sen onu yaparken ben arkandayım. yine söylüyorum, piyano çalmak, bale yapmak, at binmek, drama dersi almak rutininde yaşamayacaksın, ta ki sen bunlardan birini/birkaçını gerçekten istediğini söyleyene dek.
benim minik çakıl'ım büyüyorsun hızlıca, nehir gibi, su gibi. işe gitmelere alışamadın daha dilin öyle isabetli cümleler kuruyor ki "gitme" demek yerine "anne elimi bırakma, hiç bırakma taam mı" diyorsun. gecenin bir yarısı uyanıp "anne işe gitmedi, baba da işe gitmedi, anne de burda baba da burda" diyorsun. ne yalan söyleyeyim bana bugüne dek "elimi hiç bırakma, sakın bırakma" diyen olmamıştı :(
pek neşeli yazamadım doğuma giderken yazdığım mektubu bile daha pozitif yazmışım baksana.
seni dünyalar kadar seviyorum, benim minik çakıltaşım. senin deyiminle "hem de coook"
♥ Sevgi gibi, keder de havaya bulaşır. Herhangi bir evin içine bir bakış, o evde sevgi ya da mutsuzlugun hüküm sürdüğünü size anlatmak için yeterlidir. » HONORE DE BALZAC
merak ediyorum, salıncakta sallanırken bu kadar çok hülyalı pozlara giren yaklaşık 2 yaşında kaç kız vardır :) Bazen beni öyle şaşırtıyor ki donup kalıyorum.
Bayramda Ankara'da biraz yağmur yağıp dindikten sonra yürüyüşe çıktık elinden tutup yürürken bir ara durdu yüremedi bekledim biraz durdu havaya bakındı sonra yürümeye başladı bir süre sonra yeniden durdu "neden durdun" diye sordum "güneşe bakalım" dedi durup güneşe bakıyormuş hanım :)
işte hayalimdeki ayakkabıcı, çeşitler ayrı güzel, satıcı ayrı :) bu banyonun tüm detaylarına bayıldım, yer döşemesi, ibriği, çamaşır leğeni ve yıkama aparatı (adı her neyse) traş takımları, hele küvetin şekli...
piyano dersi
çamaşırlarını yıkayıp asmış bir küçük hanım, kıyafetlere dikkat :)), bu arada işler de bitmiyor, bir yanında süpürge fırça, ayak altında çocuklar :)))
eskiden bulaşık makineleri böyle miymiş sahiden :) çocuklara şekerler, kekler şarküteri :) dikiş makinesinden, top top kumaşlarına kadar son derece sevimli bir terzi dükkanı red kit ve daltonlar bebeklerini sırtında ve göğsünde taşıyan iki kızılderili herşeyden önce böyle bir oyuncak düşünülüp yapılmasına hayran kaldım
Cumartesi istanbul oyuncak müzesine gittik bayıl dım, ba-yıl-dıımm bir kere hiç boşuna pastacıyım filan demeyin pastacı böyle olur :) dükkana düzene pasta çeşitliliğine bakın
Kitabın adını okuyunca pek bir garipsediğinizi tahmin edebiliyorum Ben de aynı garipsemenin iteklemesi, indirimin etkisi ve Fransız Akademisi'nin roman ödülünün cazibesine kapılıp aldım. Calixthe Beyala'nın bu kitabını aldığıma hiç pişman olmadım ama süper çerez bir kitap olduğunu hatta benim bakışımla roman bile sayılamayacağını söylemek isterim. Kitaptan aklımda kalanlar; - bir erkeği elde etmenin yolu %100 midesinden geçer - afrikalılar sırtı göğe bakan her şeyi yer :) - insanın evliliği kocasından çok sevdiği bir gün gelir - aldatılmaya sessiz sedasız göz yumup kendini ezdirmeden başın dik ve duyarsız davranmayı başarabilirsen adam yaşlanınca sana döner :) bu durumda yukarıda sıraladığım 4 maddenin hiç birine katılmadığım için size kitaptan aktarabileceğim tek şeyin bir yemek tarifi olabileceğini fark ettim. Kitaptaki tarifler genelde; "yabani mango cevizli oklu kirpi", "tchobi soslu timsah", "muz ağacı yaprağında boa yılanı" rotasında olduğu için kitaptan yenebilir bulduğum bir kaç tariften birini aşağıya olduğu gibi aktarıyorum:
Yerfıstıklı piliç Malzeme 1 köy pilici - 500 gr kavrulmuş ve kabukları soyulmuş yer fıstığı - 4 domates - 1 soğan - sarımsak - 4 çorba kaşığı sıvı yağ - bir yaprak kekik Hazırlanması Yer fıstıkları kavrulur. Dış ve iç kabukları çıkarılır. İyice ezme haline gelinceye kadar mikserden geçirilir. Tümü büyük bir kaseye konur. Soğanlar soyulup ince doğranır. Domatesler yıkanır - kabukları soyulur ve mikserde ezilir. Piliç sekiz parçaya bölünür. İyice yıkanır. Tencerede piliç, soğan, sarımsak, tuz ve karabiber eklenerek orta ateşte hafifçe sararana kadar kavrulur. Domates ve kekik eklenir. Ateş kısılır. 10 dakika kadar pişmeye bırakılır. Yer fıstığı kasesi alınır. Aldığı kadar soğuk su eklenir. Çatalla karıştırılır (akışkan bir hamur elde edilir) Malzemenin üstüne boşaltılır. Pilicin üstünü örtecek kadar (2 cm.'den fazla) su konur. Tencerenin kapağı kapatılır ve arada bir tahta kaşıkla karıştırılarak 30 dakika pişmeye bırakılır. "Maffe" de denilen yer fıstıklı piliç hazırdır.
günlüğüm gündeliğim, artık seninle aramızda "dağlar var" küçükken dayım suratımızı düşürdüğümüzde "heey aramızda dağlar mı var?" derdi şimdi rusya'da. Aramızda dağlar ovalar denizler, devletler var :( ne diyorduk, aramızda dağlar var blog yazmıyorum, yazamıyorum çakıl'ın sitesine iki fotoğraf eklemek için bile zaman yok ya aslında zaman var da sana yok blog ne yalan söyleyeyim abuk gubik hallerimden sıkılırsınız diye "mutluluğun fotoğrafı"nı koydum size değişiklik olsun günlük yorum yazmaya yeniden başlayacağım hele bir toparlanayım az kaldı, çok az kaldı
minik çakıl'ım artık sabahları çok ağlıyor kapının önünde çığlıklar, hıçkırıklar içinde ağlıyor gözlerinden şırıl şırıl yaşlar akıyor kollarıma, bacaklarıma, boynuma tutunuyor, yapışıyor gönlünü almak, dikkatini dağıtmak mümkün olmuyor sonra sımsıkı tutunduğu kollarımdan, bacaklarımdan, boynumdan zorla ayrılıyor ellerini kaldırdığı yerlerdeki boşluk ateş gibi yanıyor çok ağlıyor çook ağlıyor-uz.
Yollar uzun dikenli taşlı olsa da Bastığın yer üzüntülerle dolsa da Sel çığ ateş önünde her ne olsa da İzci şeendir, izci şeeendir izci şendir arkadaş!
Chuck Palahniuk'un "Ninni" isimli kitabını okudum. Aslında yazar "Fight club /Dövüş Kulübü"nün de yazarı olduğu için bu kitaba dair beklentim oldukça yüksekti. Beklentimi karşıladığını söyleyemeyeceğim. Ama anlatı gücü, tasvirleri ve Palahniuk'un kendine özgü edebiyatı kitabı okunmaya değer kılıyor. Kitap; ani bebek ölümlerini araştırmak üzere görevlendirilen bir gazetecinin olayları araştırması sırasında ölen bebeklerin odasında hep aynı "dünyadan şiir ve tekerlemeler" kitabının bulunduğunu fark etmesi ve bu kitaptaki bir şarkının "ölüm şarkısı" olduğunu keşfi üzerine, bu kitabın yeryüzündeki tüm nüshalarını yok etmek amacıyla yapılan seyahati anlatıyor. Kitabın benim için en ilgi çekici yanı kitaptaki yan karakterlerden biri olan istiridye. İstiridye tam anlamıyla bir vegan. kendi varlığının ekosistemin bir parçası olduğunun fazlasıyla bilincinde ve bugünkü deyimle çevreci :) Size kitaptaki istiridye konuşmalarından bir kaç alıntı yapayım;
"Aslında doğa dediğimiz şey, her geçen gün daha fazlamızın dünyayı öldürmesi. Tüm karahindiba çiçekleri saatli birer atom bombası. Biyolojik kirlilik . Fazlasıyla sarı bir talan. İster Paris'e git ister Pekin'e, her yerde McDonald's hamgurgerleri var ve bu da isim hakkı alınmış yaşam formlarının ekolojideki karşılığı Her yer aynı. Japon sarmaşığı. Zebra midyeleri. Su sümbülleri. Sığırcık kuşları. Burger King'ler. Yerliler ve özgün olacak her şey yok ediliyor. Elimizde kalan tek biyolojik çeşitlilik Coca Cola'ya karşı Pepsi olacak."
İstiridye bu paragraftan hemen önce insanın bitki örtüsünü bile kendi çıkarlarına göre değiştirdiğini, amerikalı kovboyların sığırlarına yedirmek için sırf daha hızlı büyüyor diye her yere karahindiba otu ektiklerini, oysa bu otun son derece yanıcı olduğunu ve büyük yangınlara sebep olarak hem çevredeki tüm bitki örtüsünün hem de hayvanların yanarak ölümüne yol açtığını anlatıyor.
haftasonu kızımın odasına bu çerçeveyi yaptım, artan kumaşlar, bir foto, bir işleme kız kafası (çakıl'ın chakra havlusundan yedek çıkmıştı) 4 düğme, 5 cm sıra ponpon ve bir kasnaktan bence çok keyifli bir duvar çervesi/panosu oluştu.
come gather 'round people wherever you roam (gelin, toplanin insanlar, her nerede geziyorsaniz) and admit that the waters around you have grown (ve kabullenin cevrenizdeki sular yukseldi artik) and accept it that soon you'll be drenched to the bone (eger zamaniniz sizce biraz degerli ise) if your time to you is worth savin' then you better start swimmin' or you'll sink like a stone, (yuzmeye baslasiniz iyi olur yoksa bir tas gibi dibe cokeceksiniz) for the times, they are a chang - in' (cunku zaman degisiyor)
come writers and critics who prophecies with your pen (gelin yazarlar, elestirmenler, kalemleriyle bilgelesenler) and keep your eyes wide the chance won't come again (iyi acin gozlerinizi, sans bir daha geri gelmeyecek) and don't speak too soon for the wheel's still in spin (acele etmeyin konusmakta, cark hala donmekte) and there's no tellin' who that it's namin' (ve kimse soylemiyor kimde topun duracagini) for the loser now will be later to win (simdi kaybeden) sonra elbette kazanacak, for the times they are a-changin' (cunku zaman degisiyor.)
come mothers and fathers throughout the land (gelin anneler babalar ulkenin her bir yanindan) and don't criticize what you don't understand (ve elestirmeyin anlayamadiginizi) your sons and your daughters are beyond your command (ogullariniz, kizlariniz kontrolunuzden ciktilar) your old road is rapidly agin' (sizin eski yolunuz hizla yipraniyor.) please get out of the new one if you can't lend a hand (lutfen cekilin yeni yoldan eger uzatmayacaksaniz ellerinizi.) for the times they are a-changin' (cunku zaman degisiyor)
come senators, congressmen please heed the call (gelin senatorler, kongre uyeleri) don't stand in the doorway, don't block up the hall (kulak verin cagrima, durmayin yolda tikamayin koridoru) for he that gets hurt will be he who has stalled (cunku bugun incinen yarin koltukta olacak) there's a battle outside and it's ragin' (disarda bir savas var) ve kizismakta.
it'll soon shake your windows and rattle your walls (yakinda pencerelerinizi sarsacak, ve duvarlariniz titretecek) for the times they are a-changin' (cunku zaman degisiyor)
the line it is drawn the curse it is cast (cizgiler cekildi, lanetler okundu) the slow one now will later be fast (simdi yavas olan sonra hizlanacak) as the present now will later be past (simdi var olan yakinda gecmiste kalacak) the order is rapidly fadin' (duzeniniz yitmekte alelacele) and the first one now will later be last ve (simdi en onde giden yakinda sonuncu olacak) for the times they are a-changin' (cunku zaman degisiyor)
bu fotoğraf 2 yıl evvel ponente feneri-bozcaada'da çekildi.
hamileliğinin 7. ayını doldururken kalkıp bir adaya tatile giden istisna insanlardan biriyimdir herhalde :)
şimdilerde -hatta mümkünse bu akşam-bu kızılderili hatun aynı yerde aynı manzaraya karşı otursa neler düşünürdü acaba...
hani derler ya anne olunca insanın aklı fikri çocuğu oluyor, aslında bu laf asıl hamilelik için geçerli. büyük bir gizem hamilelik, her duan, her anın sağlıklı bir doğumla sağlıklı bir bebek alabilmek kucağına. O gün orada hayata dair belki başka hiç bir dilek gelmezdi aklıma. Ama şimdi liste uzuun :))
7 yıl önce bugün sabah erkenden -zaten uyunamamış bir geceden- kalkacağız. Cafe Vien'de rahat ve geniş bir kahvaltı yapacağım ben ailemle birlikte. sanki akşama düğün yokmuş, hiç koşturmacaya telaşa mahal yokmuş gibi, öğlen üstü kuaföre gideceğim. Sonra uzadıkça uzayacak işler makyöz, fotoğrafçı, trafik vs derken kendi düğünümüze 1 saat geç kalacağız :)
dün akşam bu pastayı yaptım keyifle, bu akşama tad katsın diye. 7 koca yıl olmuş, 7 keyifli yıl. Soruyor insanlar bunca zaman hiç değişmedi mi diye değişmeyen ne var ki hayatta, bu kadar sürede değişmeyen bir şey olabilir mi ben değiştim bir kere, 23 yaşında bir kızken 30 yaşında bir yetişkin oldum nasıl değişmeyelim yaşamak tüm devinimleriyle zaten zamanın içinde değişmek değil mi çok mutlu olduğumuz, birbirimizi kırdığımız, gülmekten yorgun düştüğümüz, kaprislere gömüldüğümüz, saatlerce sustuğumuz, sabaha kadar konuştuğumuz, heyecandan öldüğümüz, yalnız kalmak istediğimiz, sımsıkı sarıldığımız zamanlarla dolu 7 yıl. aslında bu yazıyı aşka ve ikili muhabbete dair sağlam klişelerle doldurabilirim, zira pek çoğuna inanıyorum :) aklımdakilerin çoğunu içime atıp kestirme bir ifadeyle bitireyim. Düşünerek sevmek, aklınla, özünle sevmek, heyecanlanmak diye bir şey varmış ve bu da birlikte yaşam kültürünü oturtup, yıllarla sosladıktan sonra daha da lezzetleniyormuş, ben bu 7 yılda bunu öğrendim..
güneşin aynasında ben bende bi düş düşte bi cocuk cocukta yol , yolda toz , tozda avuç , avuçta kader , kaderde sen güneşte aksam oluyor ben düşünürken düşüncemin çiçeğindesin ...
(bu şarkıyı bulup size çalamadım, dinlemek isteyenler için; ortaçgil-kızılok pencere önü çiçeği albümünde yer almaktadır.)