29 Aralık 2011 Perşembe

yeni yıl klişeleri - sürpriz

bloga baktım şimdi,
yaklaşık 5 yıldır yazıyorum, her yılbaşında da yazmışım
2011'den dileğim rutinmiş, rutin bozulmasın demişim, yazık; ne kadar indirmişim dilek çıtasını. tuttu mu? hayır.
2010 başlarken pasaportum kaşe görsün demişim, dolu dolu vizeler istemişim, bir iki hareket var en çok. o da tutmamış işte.
2008 sonunda yeni yılı hiç dikkate almamışım, 30 yaşıma girince yeni yıla kadar bir haftada toparlanamamışım sanırım, en güzel özeti "suretim işe koşturur aslım trenden atlamış gelincik tarlalarında" cümlem galiba.
2007 biterken neşe, sevinç ve mutluluk baloncukları serpiştirmişim etrafa.


şimdi 2011'in çetelesini tutmak iyisini kötüsünü yazmak akıl işi değil
yıllarla sabit görmüşümki; dilek dilemenin de pek bi esprisi yok.

öylece gelsin 2012, sürprizli bi yıl olsun o zaman.
PS: "sürpriz" şaşırtıcı seviyede beklenmedik mutluluk ve heyecan verici gelişmedir :) 

26 Aralık 2011 Pazartesi

sen mi?

"hani ben şimdi konuşuyorum ya, ben mi konuşuyorum dilim mi?" diye sordu çakıl.
"peki sen neye 'ben' diyorsun?" dedim, ağır felsefeye girmek üzereydim ki alper toparladı saolsun :)

11 Aralık 2011 Pazar

badi badi mutluluk!



Çakıl ve en yakın dostu Gece, bir peluş penguen için birbirlerini üzdüler.
Konu; uyurken penguene kimin sarılacağıydı. Tatsızca uykuya dalınan bir gecenin sabahında kızımın ricasıyla benim içimde dünden kalan ukteyi birleştirince son derece uydurma, kalıpsız, patronsuz, şemasız hatta örneksiz bu pengueni diktik.
Çakıl'ımın gönlü oldu, benim yüzüm güldü, bu kadar basit işte bazen mutluluk...

baykuş yer minderi - dilek

canım blog,

bilirsin, dikiş dikmenin en sevdiğim yanı, bir işe başlamakla bitirmek arasında geçen zamanın çok kısa olması.
şöminenin başına oturup aslında pek rahat edemediğimi fark ettim
kalktım bu baykuş minderi diktim
ateş keyfine yarım saat ara verip, yarım saat sonra yumuşacık yer minderime yerleşip kaldığım yerden devam ettim

hayat her sıkıntıyı böyle hızla ve sevimlice aşabilme imkanı versin hepimize...

3 Kasım 2011 Perşembe

pastayı atlama


iki görev dedim ama asıl işim olan pasta yapmayı atlamışım
iki ayrı parti verdiğimiz için iki tane pasta hazırladım
ilki bir ağacın dalında güzel mor bir kuş temalıydı.
Çakıl'ın çok hoşuna gitti, koşturmacada fotoğrafını çekmeyi unutmuşuz.
ikincisi de orman perisine yakışır bir mantar evdi.
hepsini zevkle hazırladım afiyetle de yendi :)

marifet hanım :)


Çakıl'ın doğumgünü için bu sene iki görevim vardı.
birincisi Çakıl hanımı çok mutlu edecek yere kadar uzanan prenses elbisesi dikmek
diğeri de doğumgünğüne gelen çocuklara hediyeler hazırlamaktı.
çakıl kostümünden çok memnun kaldı, bunu hazırlamak beni de çok zorlamadı.
Ama son güne kadar hasta olduğum için kıyafeti tamamlamak doğumgünü sabahına kaldı
zamana sıkışınca eli ayağı birbirine dolanıyor insanın
Çocuklar için pastel boya kalemlikleri diktim.
hem onlar çok beğendi sevdi, hem ben dikerken çok eğlendim.

alperin doğumgünü

alper için bu pastayı yapmıştım,
şeker hamurunu çok sevmediği için sadece en üstüne süsleme amaçlı kullandım.
doğruyu söylemek gerekirse bu pastaları yapmayı artık neredeyse senede bir defaya düşürdüğüm için epey zorlanıyorum. 

31 Ekim 2011 Pazartesi

iyi ki doğdun lokumum!

Benim güzel kızım,


Büyüyorsun, hayret ettiğim bi hızla geçiyor zaman. Daha da geçecek, hızlıca akıp gidecek yıllar ve sen; şu anda hayranlıkla yüzüne baktığın, her yaptığını büyülü bakışlarla izleyip örnek aldığın annen dışında başka büyüleyici insanların varlığını da keşfedeceksin.

Birileri gelip kalbini hızlı hızlı çarptıracak, o günlerde ben yaşlanmış bedenin dertleriyle boğuşan, yavaşlamış ve cazibesini yitirmiş bir model olacağım senin için.

Ama benim sana asıl söylemek istediğim şu ki benim güzel kızım; ben, seni bu hayatta en çok ama her şeyden çok sevecek insan olacağım. Eminim sana bunları söyleyen bi dolu insan çıkacak karşına, inanma güzel kızım, benim sevgimin ötesi yok vedası yok ayrılması beklentisi boşanması aldatması saklanması yok. Dilerim sana bunları söyleyenlerin ki de böyle olur, dilerim hep en güzel en doğru insanlara rastlarsın ama benim durumum hiç değişmez, seni hayatta en çok seven insan hep ben olacağım.

Ve işin en kötüsü şu ki; şimdi bunca paylaşımla dialogla dakika dakika beynime kaydettiğim anılarımızı, maceralarımızı, yaramazlıklarımızı, mutluluklarımızı, sen hayatının en küçük yaşlarına denk geldiği için hatırlamayacaksın, kimse hatırlamaz bu yaşlarını. Oysa benim ömrümün en kıymetli anıları bunlar, senin bilinçaltında küçük güzellikler olarak kalacaklar sadece. Ben bakışlarını, yorumlarını, gülüşünü, ağlayışını, hiç bir şeyini unutmayacağım.

Ben sana çocukluğunu anlatacağım, belki hiç anlamayacaksın. Ergenlikte dellenip tepeme çıktığında gözlerinde o hayran bakışlardan eser olmayacak.
Hiç bir zaman bilmeyeceksin ne hissettiğimi, bize de hep dedikleri gibi ‘anne olana dek’…

İlla ki birini, birilerini seveceksin, lütfen sev, çok sev. Kalbinle ruhunla aklınla sev. Gün gelecek o birilerini bize tercih edecek, kendi yoluna gideceksin. Eğer sevdiğin delinin tekiyse (nolur olmasın) bize meydan okuyacak, bizi halden anlamaz, geri kafalı, kuralcı, sıkıcı bulacaksın. Her durumda kendi yoluna gidip kendi hayatını kuracaksın miniğim.
Günün sonunda ben senin aklında aksi, yokuş, huysuz ve seni kimselerle paylaşamayan bencil biri olarak belirirsem bana sinirlenmeden önce bu yazıyı oku, hatırla kızım.


İyi ki doğdun güzel kızım.
Son olarak bil ki her ne olursa olsun, ne yaparsan yap, ne söylersen söyle, ben seni hep çok ama çok seveceğim.
Benim güzel çakılım, bunu sakın unutma...

20 Ekim 2011 Perşembe

mutlu yıllar sevdiğim

dengem,
döngüm,
merkezim,
... 
iyi ki doğdun!

12 Ekim 2011 Çarşamba

gözyaşı / gökkuşağı

Dün akşam çakıl'la yalnızdık.
başlangıçta öyle huysuz ve mutsuzduki üstündeki kara bulutu dağıtamadım.
bi şeylere canı sıkılmış ya da fazla özlemiş ya da canı huysuzlanmak istemiş bilemiyorum
ne dediysem istemedi, bütün önerilerimi reddetti
sonra kendi halinden ve mutsuzluğundan öyle mutsuz oldu ki usul usul ağlamaya başladı.
ne yapacağımı şaşırdım, içimi demirdövenler ezdi onu öyle görünce.
Sonra bi an başını kaldırdı
"gözyaşlarım ne renk?" diye sordu bana!
ahh ne acayip bi andı, o minicik suratında yanaklarından dökülen yaşların rengini merak etti.

benim minik lokumum,
demek gözyaşlarının rengini soruyorsun bana?
şaşırıyorum… anlamaya çalışıyorum seni..
Güzel ve ferah bir renk, hem de çok seversin diye "sarı" diyorum, elinle yanaklarını silip "sarı değil" diyorsun.
"biraz da mavi galiba" diyorum, ooh iyice içimiz açılsın diye.
ikna olmuyorsun, "boş renk diye bi şey var mı?" diyorsun.
"yok" diyorum "her şeyin bir rengi var, bazı şeylerin bi dolu rengi var".
"Gözyaşları mesela tüm renkleri kapsar, sudur çünkü. Su; bütün renkleri tutar içinde."
Islak yanaklarına sarı, mavi, beyaz, nar çiçeği renkler serpiştiriyorum..
sonra gökkuşağını anlatıyorum sana, hani geçen gün beraber görmüştük
çığlıklar içinde zıplayıp durmuştuk.
suyu, gökkuşağını, renklerin; suyun, havanın, bulutların içinde nasıl gizlendiğini anlatıyorum sana. gökkuşağını göz yaşlarının en iyi arkadaşı yapıyorum, içim rahatlıyor.
Sana sınırsız ve sonsuz sevgi vermem yetmez, sana daima "umut" vermeliyim.
ve umut renklerin en parlağı bundan eminim!

6 Ekim 2011 Perşembe

sıçan deliğe giremeyince kuyruğuna bi de kabak bağlarmış!

çakılıma doğumgünü elbisesi dikme sözü verdim blog,
aferin bana di mi?
ne dikerim nasıl dikerim hiç bi fikrim yok
işin kötüsü hiç vaktim de yok
her günüm dolu, her akşamım programlı, her haftasonum rezerve
şunun şurasında kaldı 20 gün
bi adım atmamışlığım yetmezmiş gibi çakıltaşım her gün yeni talepler ekliyor 
"böyle uçuşurken kabarırmış gibi olsun" "bööyle etekleri yerlere kadar olsun" "böyle peri olayım koccaman kanatlarım olsun" "böyle kuşlar olsun tüyler olsun" "böyle saçlarımda süsler olsun" 
hadi blog, bi işin ucundan tut, yoksa bu böyle olacak gibi değil.

4 Ekim 2011 Salı

sew mummy sew!


Çakıl kağıtlara şekiller çizdi, sonra onları kestik beraber
kumaşlara kalıp yaptık, kestik
yine diktik.
içlerine lavantalar doldurduk
yamuk yumuk lavanta keselerimiz oldu
dresuarın üzerine geçen sene diktiğim kuşların hemen altındaki çanağa yerleştiler.
kapıdan girince yamru yumru ama lavanta kokulu olarak karşılıyorlar bizi.

sonra ben oturdum minik kızıma boya kalemliği diktim
afilli adıyla "crayon roll-up" :)

3 Ekim 2011 Pazartesi

biraz

" Her şeyden biraz kalır. Kavanozda biraz kahve, kutuda biraz ekmek, insanda biraz acı. "

turgut uyar


29 Eylül 2011 Perşembe

cetvelden bile büyük!

Ekim geldi, malum doğumgünü ayı. 
Çakıl her gün pazarlık ediyor. Az evvel telefonla konuştuk 
Bakkal amcası (çakıl "buyrun efendim" taktı adını, telefonu hep bu şekilde açtığı için) Çakıl'a bir boy ölçme cetveli vermiş. Ama Çakıl ölçemiyormuş çünkü onun boyu bu cetvelden büyükmüş. 
Boyu cetvelden bile büyük olduğuna göre ne zaman doğumgünü olacakmış.







Konuşmanın devamı;
Çakıl: Anne, cetvelden bile (!) büyüğüm artık doğumgünüm ne zaman olacak?
Anne: bir ay sonra kızım, az kaldı.
Çakıl: bir kere daha okula gidip gelince mi?
Anne: hayır
Çakıl: iki kere gidip gelince olacak o zaman
Anne: hayır kızım daha bir ay var, 20 kere daha okula gidip gelmen lazım
Çakıl: 20 mi? oooooff o kadar gidemem 3 kere daha giderim sonra yaparız doğumgünümü, şimdi konuyu kapatalım mı?

benden aldığı her şeyi geri bana satıyor, pazarlığa çevirdiği ve çok uzattığı konularda pazarlık etmeyelim lütfen konuyu kapatalım mı derim hep. Bana karşı kullanıyor bacak kadar pardon cetvelden bile büyük boyuyla. 

28 Eylül 2011 Çarşamba

fırtınalara fırsat verin!

bitmiyor canım blog, okuduğum kitaplar, takip ettiğim yayınlar dolayısıyla algıda seçicilik olabilir diyorlar.
Algım kapanıyor aslında, aklım dimağım kapanıyor beni okumayın artık; başka internet sitelerini okuyun;
Ne bileyim Bursa Müftülüğü'nün web sitesini okuyun mesela:
Bursa müftülüğünün web sitesinde aile içi iletişimde altın kurallar diye bir bölüm var;
madde 4: Saldırı hakkı tanımak: Bir insan her zaman neşeli, mutlu olması hoş olurdu ama, bu mümkün değildir. Eşinizin sinirli olmasının nedeni sizinle hiç ilgili olmayabilir. Ona saldırı hakkı tanımak gibi güzel bir armağan verirseniz fırtınaya fırsat vermezsiniz.
madde 14: Fırtınalara fırsat verin: “Bu adam beni deli etti “ diyorsanız, bırakın fırtına essin, arkasından sağanak yağış gelsin, sonradan çiçekler açacaktır.

İnanılır gibi değil di mi?
İnsanlığın başlangıcında toplayıcı ve yetiştiriciliği sayesinde sürdürülebilir beslenmeyi sağlayan, bitkileri tanıdğı için şifa veren, tedavi eden ve türün devamını sağlama yeteneği olan doğurganlığı sayesinde neredeyse tanrıça mertebesinde görülen kadın'ın şu geldiği hale bakın.
İnsanlığın gelişiminde bir yerde (ki o yerin neresi olduğunu da insanlık tarihi kitapları açıkça işaret ediyor) zincir kırılmış, anaerkil ve insan odaklı yaşam düzeni değişmiş. Sonra dağlara taşlara kök salmış bir ataerkil düzen sorunu oluşmuş ve kırılmıyor değişmiyor değiştirilemiyor.
Kadına yokmuş gibi yapmak düşüyor bunları dert etmek yerine fırtınalara fırsat vermek...

İnsanlar feminizm hakkında atıp tutarken delirmemek içten değil. Sanki yukarıdaki maddeler yok, sanki kadına hayvan muamelesi yapılmıyor sanki gerçekten kadın ve erkeğin denk olduğu bir homo sapiens familyasıyız, ama işte aramızdan birileri beyinsiz olduğundan branşlaşıp eğitime adıyor kendini, gözleri kör olana kadar kitaplar okuyor çalışıyor didiniyor (hoş zaten o kitapları da başka beyinsizler yazıyor), konu hakkında uzman filan oluyor günün sonunda en muteber açıklamayı müftülük yapıyor

Saldırı hakkı tanı, fırtınalara fırsat ver!
Bravo!!!....

küfür sinkaf



Deliriyorum ve delirip giderken seni de delirtmek istiyorum blog,

bak düşün, yıl be yıl "kadın insandır" deyip durduk, bi dolu mücadele verildi; eylemleri, uluslararası çalışmaları, hukukçuların çalışmalarını, araştırmaları, emeği, anlatmaya elim yetmez.
En sonunda tecavüzcüyü affetme hikayesi kanundan çıkarıldı.
Ne oldu peki?
aradan yıllar geçti masumcacık basitcecik bir yargı raporu, hem de yargı yükünü hafifletme raporuyla hoop kanuna geri koyuluverecek bu madde.
Neymiş efendim tecavüzcü mağdure ile evlenirse "aman da çok şükür zaten beni bu halimle kim alırdı" diyerek koluna girip mihraba doğru yürüyecekmiş kadın.
Allah bin türlü belanızı versin!
Tecavüzcüyle evlenilir mi? Aklınız dimağınız alıyor mu? Sokakta yan baktı diye komşunu bakkalın çırağını affetmeyip kin tutarsın, hatta kafa göz girişirsin, konu kadına gelince "affet evlenin hadi bakiim toplum temizlensin" öyle mi?
Sadece 2 dakika gözünüzü kapatıp bi cinsel saldırıya uğradığınızı düşünün, kadınlar ve erkekler.
Affedilir yanı var mı?
Sonra sen nasıl bir devletsin ki suçu azaltamayıp bertaraf edemeyip üstünü bu şekilde örtmeye çalışıyorsun
nasıl bir toplumsun ki adliyen tecavüzcülerle dolu, bi tek bu sorunu halletsen yargı yükün hafifleyecek
Utanç içinde kıvranmayıp şu raporu yayınlatana, yayınlayana, yazana, inanana, düşünene, kadına tırnağı kadar kıymet vermeyene, bu düzeni bu haliyle kurana, sürdürene ağız dolusu küfrediyorum!

15 Eylül 2011 Perşembe

bavul / dolap / elbise / sandık / okul


taşınırken eski bir bavul buldum, içinden tee üniversite yıllarında giydiğim kıyafetler çıktı.
uzun hippie etekler, tişörtler, bol paça bi pantalon ve bir de upuzun keten elbise.
bu elbiseyi okulda uzun saatler kalacaksak giyerdim, incecik bir battaniyeye bürünmekle bu elbiseyi giymek aynı şeydi benim için.
yemekhane eyleminde mesela,
biraz çalışıp biraz çimenlerde uyuduğumuz final dönemlerinde mesela.
sonra mevlüt kıyafetim oldu bu benim, dedemin mevlüdü, ramazan duaları, anneannemin mevlüdü...

taşınırken bir dolap aldım mudo'dan,
bakınca bayıldım eski görünümüne, boyasına
yatak odama koymak istedim, eskimiş mavi bu dolabı sipariş edip bekledim.
ben yokken gelmiş chona bilmez ne sipariş ettiğimi tabi, gelen dolap yeşil.
üstelik benim istediğim maviden bile güzel
kıyamadım değiştirmeye merdiven sahanlığına koydum
kapağını açınca anneannem kokuyor
evet saçma geliyor biliyorum ama sandık kokuyor
ham ağaçla karışık sandık kokusu.
ben de içine anneannemin ördüğü dantelleri, annemin elleriyle hazırladığı örtüleri, beyaziş nevresimleri koydum. her açtığımda burnum sızlıyor.

bu sabah kızımın ilk okul günüydü.
giydim uzun keten elbisemi, açtım dolabımın kapağını gittim anneanneme;
seni kandırıp okula kaçardım bak şimdi ben kendi kızımı okula götürüyorum
hani senin "kızı da göremedim" diye diye sızlanarak göremeden gözlerini yumduğun kızımı...
dediğin gibi dünyaya gelen büyüyor, o da büyüyüp hırhızana karışacak belki.

bu dolabı çakıla çeyiz ayıralım iyisi mi...

14 Eylül 2011 Çarşamba

yeşil peri gecesi

Ayfer Tunç'a olan hayranlığımı bilirsiniz.
Bitmesin diye saklaya saklaya okuduğum bir Ayfer Tunç romanı Yeşil Peri Gecesi.
Kapak kızı'nı okuyanlar hatırlayacaklardır, ordaki Şebnem'in bu kez baş kahraman olduğu bir roman.
Kitap toplumun ahlakını, değer yargılarını, kimliksiz ve duyarsızlaştırılmasını oldukça açık bir şekilde ortaya koyuyor. Etkileyici dilinden, gerçekçiliğinden, gerçeklerden tiksindirme yeteneğinden bahsetmek yerine cümlelerden ve alıntılardan bahsedeceğim.
Kitap içinde öyle cümleler var ki, ciddi anlamda sarsılmamak elde değil.
Ve bi dolu şarkı sözü, düşünce alıntısı, şiir serpiştirilmiş içine.
"gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk 
hiç bir yere gitmiyor" edip cansever.

Radikal'in Ayfer Tunç'la röportajından;
Başkarakteriniz olan Şebnem’in yaptıkları ve söyledikleri oldukça ‘sert’, öfkeli. Acılarını, cümle âlemin ikiyüzlülüğünü tüm gerçekliğiyle vuruyor okuyanın yüzüne. Rahatsız edici bir hikâye anlatıyor. Kitabın sırrı da bu rahatsız edicilikte saklı…

Anlatıcı kadın romanın bir yerinde “Umut bana ancak öfke kılığında görünebilir, umut bundan böyle ancak kısa ve öfkeli anların hükümdarlığı olabilir” diyor. Öfkenin umut aşıladığı zamanlar vardır ve edebiyat tarihinde pek çok devrim hikâyesi öfkeyi umuda dönüştüren hikâyelerdir. Yeşil Peri Gecesi’nde kadının hayat serüveni aracılığıyla simgelenen çürüme öylesine trajik ki, bunu romantize ederek veya yumuşatarak anlatırsa idama götürülürken son söz olarak “Bu bana bir ders olsun” diyen Temel kadar komik olur. Ben günümüzde hayatın her alanında yaşadığımız ikiyüzlülüğün yumuşak bir biçimde anlatılması aşamasını çoktan geride bıraktığımız kanısındayım. İnsanlığı vahşete götüren bir ikiyüzlülük çağını dünya ölçeğinde yaşıyoruz. Irak’ın işgalinin bile kimilerince bir demokrasi müjdesi haline getirildiği bir çağda iyi niyetli eylemlerin pek azı gerçekten iyi niyetli. Öte yandan toplumsal bir çürümeden söz ediyorsak ve gerçek hayatta bunun karşılığını bulmamız hiç zor değilse, bir zahmet biraz rahatsız olalım artık, dünya çürüyor çünkü.

13 Eylül 2011 Salı

lost

Yorgun ve yalnızım.

Akşamdan yatamayan, yatsa da uyuyamayanım
Özlemekten burnunun direği ne ki; diş etleri bile sızlayanım
Kurdun saatinde uyanıp düşünce dehlizlerinde kaybolanım.
Düşün, özle, debelen, kıvran; elde var karmaşa!
Pazardan beri sabah ezanının müdavimiyim.
Benden başka herkes uyuyor…
Sürekli yargılananım,
"Sen kimse sana karışmasın ama ben herkesi idare edeyim istiyorsun" cümlesinin hitap öznesiyim
Kalbi ve ciğerleri ağır iş makineleri ile talan edilenim
Beklemekten başka çaresi olmayanım
Ben kendi içinde kaybolanım…

9 Eylül 2011 Cuma

büdoma, biddoma, cindoma :)


En çok dilini seviyorum,

güler yüzlü neşeli cıvıl cıvıl insanlar
herkesin acelesi var
malum geçmişten gelen yağmur gelmeden işi bitirme telaşı iliklerimize işlemiş
konuşmamız bile hızlı bu yüzden.
bi de sözcükler var
hiç bir dile benzetemediğim 
mesela uzunluk ölçüleri 
büdoma, biddoma, cindoma:)

6 Eylül 2011 Salı

mektepyan


Yavru bir güvercinin çatı kenarından ilk uçuşunu gördünüz mü hiç?
güvercinlerde dişi ve erkek sırayla ve eşit sürelerde kuluçkaya yatarlar.
Yumurtadan çıkarana kadar yavruyu birlikte davranırlar.
sonra vakti geldiğinde o yavruya beraber uçmayı öğretirler, tenhada.
en temkinli halleriyle yuvanın kıyısından en yakın köşeciğe, hopcacık uçururlar yavrularını.
sonra bir gün yavru güvercin; yıldız-poyraz-karayel filan alır arkasına, kendi dengesini bulup kendi başına uçuverir işte.
bizim yavru güvercinimizin uçuş dersleri de başlıyor artık.
bi dolu araştırma, görüşme sonrasında okuluna karar verildi çakıltaşımın.

miniğim okula başlıyor;
küçücük elleri, kocaman büyüttüğü şaşkın gözleri ve büyük okula gitmenin heyecanıyla pırpır dolanıyor evin içinde.
Kendini bilen, sosyal bilinci açık, kalender bir çocuk olsun dilerim.

Ben çocukken köyde, okula gidene "mektepyana gitti" denirdi.
Çakılım mektepyan'da bundan böyle...

26 Ağustos 2011 Cuma

dante'min anısına..


küçücüktün, yürürken arka ayakların birbirine dolanırdı.
rüzgardan perde kımıldasa, korkar ayaklarımızın dibine sığınırdın
balkona kuş konsa, soluğu masanın altında alırdın
korkak şapşal tüy yumağımızdın
sonra büyüdün
sayende hiç bir sesten korkmadan uyur olduk
ben ömrümde ilk kez gece evde yalnız uyuyabildim, senle.
sen varken hep güvende hep güçlü hissettim kendimi
hep korudun kendince, yabancılardan, kedilerden bazen kirpilerden bile :)
senin için koyduğumuz kuralların hepsine eksiksiz uydun bugüne dek
bazıları zordu, kapısı olmayan bir mutfağa hiç girmemek gibi
görünmeyen kapı eşiklerini geçmemek gibi
o çizgileri hiç geçmedin sen, her komuta uydun bugüne dek
ama bugüne dek
bugün sana "gitme" dedim, hatta yalvardım dante gitme diye
keşke bugün de dinleseydin, dinleyebilseydin
ömrümüzün senle geçen 5,5 yılının her gününe şükürler olsun
çaldığın ayakkabılarımıza, her kıyafetime illa sürdüğün burun lekelerine
saatlerce gözünü kırpmadan bazen sadece kafanın açısını değiştirerek ama gözünü gözümden hiç ayırmadan dinleyen
ve her ağladığımda ellerimi yalayan dostum
bu akşam öyle çok ihtiyacım var ki sana ...

22 Ağustos 2010

finduğa gittim, dönücem :)

11 Ağustos 2011 Perşembe

sami



Okudukça boğazım tıkanıyor, yumruğum taşlaşıyor.
insanlığın geldiği hal; içler acısı, dünyanın her yanından çığlıklar yükseliyor.
illa çocuklar ölüyor
cennet; çocuk yuvasına döndü.
sebepsiz yere sırasız, manasız ölüyorlar, saymaya yetişemiyoruz.

Van'da ölen Sami'nin hikayesini okudunuz mu?
Peki babasının, tanıkların ifadesini?
bu kadar mı yok yere ölünür?
11 yaşında bir çocuk kimsenin umuru değil mi?
Sami babasıyla birlikte ot balyaları yükledikleri atıyla geçerken asker ot balyalarında nişan denemesi yapıyor, atı ürkütüp metrelerce Sami'yi dağa taşla sürte sürte sürükleyip öldürmesine neden oluyor.
Evet, asker.
haber bile yapılamaz o yüzden.
aynı asker; o çocuğun babasının yalvarmalarına kulak asmayıp küçücük bi çocuğu hastaneye götürmeyen asker.
babasının kendi imkanlarıyla 2-3 saatte hastaneye götürebildiği Sami hastane girişinde ölüvermiş.
kısacık 11 yıllık bi hikaye,

Sonunu tanıklardan dinleyin;
"Gördüğüm manzara korkunçtu. At, çocuğu sürüklemiş ve babası yerde yatan çocuğunun başında panikle bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Babanın komutana yalvarma seslerini duyuyordum. Duyduğum kadarıyla komutana askeri aracı getirip çocuğu hastaneye götürmesi yönünde ikna etmeye çalışıyordu.

Komutan ise: "Beni ilgilendirmez" deyip olay yerinden uzaklaştı. Telefon çekmediği için köyden yardım da isteyemiyorduk. Çaresiz bir biçimde kendi imkanlarımızla hastaneye götürmeye çalıştık. Ama çok uzun sürdü."

Yazık! yazıklar olsun...

8 Ağustos 2011 Pazartesi

ikinci sesim

Çakıl yeni ve boş evde gezinirken sesinin eko yaptığını fark etti.
Kocaman bir sevinç çığlığı attı
"bu evi çok sevdimm" diye bağırdı
"çünkü bu evde ikinci sesim var, bak benimle konuşan ikinci sesim var"
duyan da bir evin içinde tek başına oturuyor, ne okul var ne arkadaş ne aile,
yalnızlıktan ölüyor zanneder.
kardeş filan diye birileri mi dolduruyor nedir :)


1 Ağustos 2011 Pazartesi

10. yıldönümü

Resmi kayıtlara göre 10 yılı devirdik biz.
9. yılda yazmışım, 8. yıldan sonsuza gitsin isterken yazmışım,7.yılın aşk kuşları için de yazmışım
bu sefer yazması daha zor, rakamlar büyüdükçe devleşiyor resmen.
bugüne Turgut Uyar'ın bu dizelerini hediye edip, kaçıyorum.

" ...neden bilinmez
alırsın yarı tuğla gibi kitabını
sarılırsın yatağa giderken
okumadan kaparsın gözlerini
içindeki dizeler
geçer gider gözlerinin önünden
bilirsin nerede ne diyor kime diyor
uyursun sonra
büyük saat akmaya devam etmektedir
uyku sürer
tüm saat kuleleri
yanlış da gösterse zamanı
bilirsin biri var bir yerde
saatin kaç olduğunu saklayan.."

29 Temmuz 2011 Cuma

kedi

ben ki çağ dışı bir uyumsuzluk delisi,
kendi ipimi belki kendim çekerim.
gölgeme dadanmış bir tuhaf güz kedisi,
her yere peşimden onu da sürüklerim.

metin altıok

27 Temmuz 2011 Çarşamba

TOL- Bazuka-Murat Uyurkulak

TOL ; Murat Uyurkulak'ın çok ses getirmiş romanı. Bu kitap 2002'de yayınlanmış, ben nedense pas geçmişim belki de duymamışım. Bir haftasonu Radikal'in kitap ekinde üstelik yazarların yaptığı bir listede açık ara birinci sırada olduğunu görünce hemen okumak istedim.
Tol, gerçekten çok başarılı; ama benim için liste başı olabilecek seviyede değil. Dili ve anlatımı oldukça etkileyici hatta bazı bölümlerde sarsıcı. Yine de bana göre örneğin Rahmi Vidinlioğlu ya da Murat Menteş beyin akışı şeklinde yazı yazmakta daha başarılı. Bahsettiğim listede Ayfer Tunç'un "Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi" vardı sanırım 6. sırada ki bence her daim birincidir.
Yine de kitabı zevkle, heyecanla, edebiyat dolarak ve bazen acıyla okudum. Öyküden bahsetmeyeceğim, internette pek çok adreste kitabın uzun özetleri var; yorumlar, forumlar sayfalarca.
"Devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi" diye etkileyici bir girişle başlıyor ve her satırda insana kendini eksik ve mücadele kaçkını hissetiriyor kitap.
Siyasi bir hikayeden edebi bir roman yaratmak ve bunu en güzel şekilde anlatmak yazarın en önemli başarısı bence.
Şu bölümün ifade ediliş biçimini okuyunca kastımı daha net anlayacaksınız;

"... ülkeyse, üç vakte kadar bırakıp gideceğini bilmeden şeker bir delikanlıya abayı yakan ve bir yığın git gelle karar bozduğu anda dokunulup okşanılmadan kalan bir bakire misali, önce bunalıma girdi, bir müddet sustu. sonra gözü sokaktan geçen ite uğursuza takılmaya başladı, kendini bir iki öptürdü, sonra üzerine bir hafiflik geldi, dillendi de dillendi, sonra da her şeyi unuttu, kötü yola düşüp bir fahişe kadar özgür oldu. özgürlüğünü de istibdatla pekiştirdi.

ülkenin önündeki kuyruklar uzadıkça uzadı. onun uğruna katliamlar yapıldı, gazeteler alınıp satıldı, televizyonlar, radyolar kuruldu, büyük girişimlere girişildi, barajlar dikildi, ordular dizildi, ihracatlar ithalatlar ihaleler aldı yürüdü, ona benzeyen kadınlarla dillere destan alemler yapıldı. velhasıl ona girip çıkanlar toplandılar, şenlik ateşleri yaktılar, birbirlerine kenetlendiler, ülkenin kapısının önünde her yerinden irinler saçan, çürüyüp dökülen etlerini korkunç seslerle toplamaya çalışan garip bir mahlukat vücuda geldi. ama onun gerçek, saf aşkı hep o şeker delikanlı olarak kaldı. kendi hatırasına, kelimelerine, yoksulluğuna sahip çıkan ayrılıkçı bir aşk halinde, uzunca bir süre yüreğinin sağ alt köşesinde yandı durdu."

BAZUKA; Murat Uyurkulak'ın öykü kitabı, en yenisi. Tol'u okuyunca Har'dan evvel bu yeni kitabı da okuyayım istedim.
Kırmızı kitaptaki favori öyküm, diğerleri de oldukça güzel. ama tabi bu kitap Tol'la kıyas kabul edecek bir kitap değil, parça parça öykülerden bir roman keyfi almayı beklemek hata olur.
bu kitapta da en çok aşk'ı anlatışını sevdim, öyle sade, öyle saf, öyle saçma anlatıyor ki;
"... "iki ekmek," dedi funda, iki ne güzel bir sayıydı. "bir lira," dedi tahir, bir ne güzel bir sayıydı. beş lira uzattı funda, lira ne güzel bir paraydı. kasadaki hazneleri karıştıra karıştıra dört lira bulup uzattı tahir, kasa ne güzel bir aygıttı. "teşekkür ederim," dedi funda, teşekkür ne güzel bir kelimeydi. "rica ederim," dedi tahir, etmek ne güzel bir fiildi..."

25 Temmuz 2011 Pazartesi

cesaret

"Büyüklerin çocuklardan alacağı bir ders vardır;
başarısızlığa uğramaktan utanmamak, toparlanıp bir daha denemek.
Ama büyükler olarak bizim çoğumuz öylesine korkak, öylesine çekingen, öylesine tedbirli ve bu yüzden de öylesine içine kapanık ve öylesine yüreksiziz ki, birçok insanın başarısızlığa uğramasının nedeni de bundan başka birşey değildir."

Malcolm X

20 Temmuz 2011 Çarşamba

bu aralar...

Bu aralar
Biraz hayalciyim, bi dolu umudum; neşem var.
Bu aralar
Paketliyim, kapalı kutularım; taşınacaklarım, atılacaklarım var.
Bu aralar
Bolca müzik var, içimden sürekli şarkılar geçiyor, ruhum şarkı söylüyor her daim.
Güzel müzikler dinliyorum.
Müzik beni mutlu ediyor, içimi ferahlatıyor, yeni hayaller kurdurtuyor..
Bu aralar
Seçimlerim var, başkalarının seçimlerinden payıma düşenler var;
"Her seçim bir vazgeçiştir"
Bu aralar
Kızım asi ve anarşist, zamana bilenip sabra sığınıyorum.
Kızımdan “istemiyorum” demeyi öğreniyorum.
Bazı şeyleri gerçekten istemiyorum artık.
Bu aralar
Hava sıcak güneş parlak; güneş varsa hayat var.
Bu aralar
Küçük kız çocuğu gibiyim.. Biraz yoksunum, gidenler var. Biraz canım acıyor
Bu aralar
Ufak kaçamak tatiller var, dostlar var, ay ışığında parlayan kadehler var...

18 Temmuz 2011 Pazartesi

almaty (almaata)













Geçen hafta iş için Almaty'deydim.
Eski adıyla Almaata oldukça düzenli ve güzel bir şehir.
Sıcaktan bahsetmeyeceğim İstanbul'un da durumu malum.
Ben en çok etrafındaki Tengri dağlarını ve o sıcaktan başını her kaldırdığında karlı zirveleri görmeyi sevdim.
Fotoğraflar Panfilova parkı ve Zenkov Katedraline ait.

6 Temmuz 2011 Çarşamba

biraz rüzgar, biraz yağmur ...

Bu öğlen bir arkadaşımın minik bebeği "rüzgar"ı görmeye gittik.

İnsanı küçük bir bebek kadar kendine getiren, hayata katan bi şey yok.

Dönüşte de bir yağmur, bir takırtı, bir şenlik...

hayat'a hayranım ben.