31 Aralık 2010 Cuma

hayaller ve gerçekler :)


hayalim bu ikisinden birini yaratmak ve yaşamaktı,
hayat ancak aşağıdakine izin verdi :)
ama çok keyifliydi...
çadırın içinin ayrı bir enerjisi neşesi oluyor
çakıl kızımla kikirdeşe kikirdeşe uyuduk
kamp ateşi yerine şöminenin önüne kurduğumuz derme çatma çadırımız içinde
dün gece biz çok mutluyduk....

30 Aralık 2010 Perşembe

rutin = huzur

Ben iyiyim blog; iyi, durgun ve huzurluyum
Zor günler geldi geçti, hep gelip geçer. Şükür ki geçer.
iyiyim, mutluyum ama 2010’dan hiç memnun kalmadım
Çok sabır istedi bu yıl, çok sabır ve çok emek istedi. En sevmediğim şey sabretmek oysaki.
Yaptığım, yaşadığım her şey için sabır göstermem ve iyi kötü her şey için ve hatta sadece dengede kalmak için bile çok emek vermem gerekti.
Çok kaybımız oldu bu yıl, bu dünyadan uğurladıklarımız oldu, sindiremedik.
Dostlarımız hastalandı, ölümcül olanlar oldu, baş edemedik
Bebeklerimiz (çakıl değil) ameliyatlar, yoğun bakımlar geçirdiler. hastaneleri kabullenemedik.
Dostlarımız dostluklarımız arttı, birlikte eğlendik, birlikte çoğalttık hayatı.
yine de eksilenler oldu.
Dostken arkadaş kategorisine geçenler oldu, direnmedik olduğu gibi kabul ettik.
Bu yıl anladımki en değerli şey rutinmiş, bir adım ilerinin mücadelesini vereceğine var olan hali korumaya çalışmak ve o rutinden çıkmamakmış huzur.
Evden eksilen oğlumuzun boşluğunu hala dolduramadık.
Zor bir yıldı, güzel şeyler de oldu ama zordu, orası kesin. şimdi size depresif görünmeyeyim diye baloncuklu cümleler kuramayacağım.
2011 başlasın istiyorum bir an evvel, neşeyle güçle enerjiyle bekliyorum.
evimin kapılarını sevgi ve umutla açıyorum
Hadi bakalım 2011.
Hoşgeldin...

15 Aralık 2010 Çarşamba

İyi günler ben 33 yaşındayım ... :)

Bir balerin olsaydım 33 yaşında emekli muamelesi görürdüm; neyseki değilim
Bir futbolcu ya da kamu görevlisi olsaydım askerliğimi erteleyebileceğim son yaştı 33; çok şükür değilim olamam da.
Bir inanışa göre insanlar yeniden dirildiklerinde 33 yaşında olacaklarmış!
Diyorlarki ömrün en olmuş dönemi ve yaşıymış; oldum mu ben sahiden?
Hemen her yerde mantığın güçlendiği ve duygusallığın azaldığı yaş sınırı olarak tanımlamışlar 33’ü.
Ortayaşın başlangıcı diyenler var ki; peeh!
Ben notumu geçen yıl vermiştim, fonotiğinden belli "çekici" bir yaş bir kere.

Üstelik nasıl mutluyum, nasıl dengeli, huzurlu ....
Çocukken ellerimi yumruk kapar, kollarımı önüme doğru uzatarak gücümün yettiği hızla koşardım ve koşarken uçtuğumu sanırdım. Gerçekten uçmadığımı anladığımda çoktan büyümüştüm. Büyümek uğruna çocukluğuma dair ne çok şeyden vazgeçmişim. Bir tek hayallerim dışında....
Şimdi hayallerimin bir kısmının gerçek olduğunu görüyorum. Sanki ben gerçekten uçup hayallerimin bile önüne geçmişim, dönüp arkama hayallerime el sallıyor gibiyim.
Hayallerimin makul olmasının payı çok tabi bunda.
Ben hayallerime el sallarken yanımda olanlar; hepinizi “deli” gibi seviyorum, biliyorsunuz değil mi?
Çok memnunum hayattan umarım bu memnuniyetim, keyfim hiç bozulmaz.
Bozulsa da yeni mutluluklarla açığı kapamasını bilen yapıma ve bana bu kodları veren aileme minnettarım.
Ve hayat; akıp giderken olanca hızınla ve kargaşanla, beni de yanına aldığın için sonsuz teşekkürler sana...

İyi günler ben 33 yaşındayım ... :)

13 Aralık 2010 Pazartesi

malafa

Hakan Günday'ın Malafa adlı kitabını okudum. Kinyas ve Kayra'dan sonra oldukça zayıf buldum. Son zamanlarda yazarların son kitapları beni hep hayal kırıklığına uğratıyor nedense.
Yine de enteresan bir yazar Hakan Günday; oldukça farklı bir dil ve yazın gücü var.
Öykü Antalya'da bir kuyumcu çarşısında geçiyor ve kitabın başından sonuna aslında bir günün hikayesini anlatıyor.
Temelde bir turist kafilesinin mücevher alışverişini anlatırken aslında tezgahtardan kuyumcuya; turistten rehbere herkesin birbirlerine söyledikleri yalanları ve aslında yaşamanın illaki bir tezgaha dahil olmak olduğunu düşündürüyor.

Kitaptan;
"-evet! evren bir deneydi, tanrı'nın bir deneyi. ancak her şey yolunda gitmedi. tanrı patladı ve parçaları her yere yayıldı. buna bigbang adı verildi. bizim yapmamız gereken, her şeyi birleştirmek. her şeyi ve kendimizi bir araya getirmek. o zaman tanrı yeniden tek parça olacak. şimdiki zayıflığımız bundan kaynaklanıyor. iyiliğin ne olduğunu biliyoruz ama iyi olamıyoruz. çünkü içimizde tanrı'nın sadece küçük bir parçasını taşıyoruz. iyilik ve kötülük çelişkisi buradan geliyor. gücümüzün asla yetmeyeceği hayallerimiz var: erdem, yüksek değerler, sonsuz kardeşlik, insanlık barışı gibi. ama birleşmediğimiz sürece ne yazık ki hiç biri gerçekleşmeyecek."

kutlu doğum haftası

güzel bir hafta olacak
nerden mi biliyorum?
sabahın körlük vakti kapıyı açıp küçük (!) kızkardeşimi kapımda görmekten
bundan iyi işaret olur mu :)

kutlu doğum haftası başlasınnnnn :P

9 Aralık 2010 Perşembe

iki keçinin evliliği


Yaşamak en tepesini göremediğin hayal bile edemediğin bir dağa tırmanmaksa evlilik o dağdaki keçi yoludur.
Eskiden bir dizi vardı adını bile hatırlamıyorum, orda yapmışlardı bu benzetmeyi, şimdi yaklaşık 10 yıllık bir evlilik tecrübesi ile rahatça söyleyebilirim ki; iki inatçı keçi için bu benzetme çok isabetli :)

Kocaman heybetli bir dağ var önünde, tırmanman lazım. Kayalıklar var, uçurumlar var; çayır çimen de var, eşsiz güzellikte çiçekler de, yuvarlanan kayalar da var, minik heyelanlar da, çağıldayan pınarlar da.

Yolun başındayken insan; dağa tırmanmak çok kolay görünüyor, hop hop atlayıveriyorsun ilk tepecikleri, çukurları.
Sonra işler sarpa sarmaya başlıyor. Dimdik kayalarla uçurumların arasında kalıveriyorsun, ayağını bastığın taşlar sallanıyor, gücün direncin azalıyor. Derken senin gibi bir keçi daha çıkıyor karşına, o dağı aşmaya çalışan bir başka inatçı keçi.
Bu sefer omuz omuza çıkmaya başlıyorsunuz. Elele tutuşup bir keçi yolu açıyorsunuz kendinize, biliyorsun ki artık yalnız değilsin.
Biliyorsun ki artık o yolu iki keçi yürüyeceksin.
Dağ yine zor, yine yine yalçın, yine heybetli.
Yine kara kış var, yine yağmur yağınca ayağının altından kayacak toprak
ama yürümek daha zevkli; korkmuyor insan artık nefesinin tükeneceğinden.
Biri yorulunca diğeri güç verecek, biri dinlenirken diğeri yol açacak.
Ama; bu patikanın iki yolcusu hep iki inatçı keçi olarak kalacak... :)

8 Aralık 2010 Çarşamba

çeliş benimle!

Canım blog,
enfess bir yedigöller molası sonrası gerçek hayatın tam göbeğinde bir pazartesi akabinde dostluğun sevginin ve ana kucağının kenti Ankara'da iki yorucu ama ruhen onarıcı gün, sonra yeniden keşmekeş...
yaptığım her şey bir diğeriğiyle, yazdığım her sözcük bir sonrakiyle çelişiyor artık
aklımın yeni oyunu bu, sağım solum önüm arkam çelişki!

çelmek tabiri; en açık anlamıyla galiba çelme atmak veya çelme takmak olarak tanımlanabilir.
Ve çelişki ise; aşağı-yukarı birbirlerine zıt, biri diğerine aykırı veya biri diğerini imha eden şeyler manasına geliyor.

buradan hareketle her adımımın diğerine çelme taktığını ve aklımın çelişkisinin ruhumu delirttiğini söyleyebilir miyim?

tabi :)

1 Aralık 2010 Çarşamba

macaron adasında zafer naraları! :)

Canım blog,
bu sefer becerdim, son derece leziz macaronlarım oldu.
hatırlarsan ilk denememde becerememiştim; tık!
ilk yaptığım alışılageldiği gibi bademliydi, anlattığım sebeplerle olmamıştı.
bu kez antepfıstıklı yapmayı denedim.
İlk seferindeki hataları tekrarlamadım ve gerçekten güzel oldu.

Fistikli Makaron hamuru icin:
113 g ayiklanmis tuzsuz antep fistigi ici
82 gr pudra sekeri
5 yemek kasigi (oda sicakliginda) yumurta aki
1 çay kaşığı krem tartar
Bir çimdik:) tuz

Fistikli Krema icin:
43 g ayiklanmis tuzsuz antep fistigi
1 kaşık pudra sekeri
4 yemek kasigi yumusak tereyag
Vanilya özütü

Yapılışı;
Fistikları pudra sekeriyle birlikte mumkun oldugunca ince robottan geçir. Ayrı bir yerde yumurta aklarini ve krem tartarı guzelce cirp, güzel beyaz tepecikler elde et. Her ikisini birbirine karıştır vanilya özütünü de ekleyip tekrar çırp. Sonrasıkma torbasıyla minik minik sık, tepsiye dizilim tamamlanınca bir kaç sefer masaya vur ki içinde baloncuk kalmasın, bir kaç saat beklet dışı kabuklansı, sonra pişir.

Krema icin, ayni makaron hamuru icin yaptigin gibi, fistiklari ve pudra sekerini birlikte cekin. Sonra bu sekilde elde ettiginiz fistik ununu ve vanilyayi oda sicakligindaki tereyagiyla catalla karistirarak butunlestir. Gerekiyorsa surulecek kivama gelinceye kadar buzdolabinda dinlendir.
Pişmiş macaronların dumanı geçince iki macaron arasını kremayla şereflendir :)

26 Kasım 2010 Cuma

ultrasonik inceleme

nasıl da benziyor değil mi?

Edit: Arkadaşlar, fotoların ikisi de çakıl :) bazı dostları yok yere umutlandırmışım :( keşke....

25 Kasım 2010 Perşembe

canavarlar aşkına!



Canavarları çok seviyor,
Zaten babası da monster'mış öyle söylüyor.
Tek haneli yaşlarında istediğine inanması mümkün tabi
hiç müdahale etmiyorum, hoş büyüse de etmem ya.
Laf aramızda bazen ben de inanıyorum canavarlara! içinde ekstra kötülük barındıran ve sıkışınca ortaya çıkaran canlılar var bence.

Ama Çakıl'ımınkiler pek şekerler, şunların tiplerine bakın
Sana ne yapayım dedim ona dün akşam; malum evde mobilyaları bile dikiş konseptine soktuk
Canavar istiyormuş öyle söyledi, şaşırmadım tabi.
Şu çizdiklerine benzer bi şeyler yapabilirim belki. Fark ettiyseniz bir tanesi 3 kulaklı :)
Çocukların dünyası ne güzel değil mi?
Çakıl kolları kadar seviyor mesela, en çok sevdiğini en açık kollarıyla en az sevdiğini kollarını kapatarak seviyor.
Öpünce geçiyor acıları, kanasa bile geçiyor.
Üflesen uçuyor sıkıntısı.
Özenilmeyecek gibi değil :)

24 Kasım 2010 Çarşamba

mavi çocuk

Bayram tatilinde 2 kitap okudum, biri Murat Gülsoy'un yeni kitabı "Tanrı beni görüyor mu? diğeri ise Henry Bauchau'nun Mavi Kitap'ı.
Murat Gülsoy'u ne çok severim hatırlarsınız; tık!
"Bu anı daha önce yaşamıştım" ve "Sevgilinin Geciken Ölümü" kitaplarını beğenmiş ve anlatımını oldukça güçlü bulmuştum.
Açıkçası bu yeni kitap beni pek etkilemedi, hem içinde tekrar öyküler barındırdığı için hem de yazı dilinde aceleye gelmişlik sezildiği için.

Bu nedenle anlatmaya değer gördüğüm diğer kitabı paylaşayım sizlerle; bu kitabı büyük bir ilgiyle okudum.

Mavi Çocuk, ruhu ağır yaralı ergenlik çağında bir çocuk ile tedavisini üstlenen bir psikanalistin, psikozun labirentlerinden sanat yoluyla bir çıkış aramalarının uzun ve sancılı sürecini anlatıyor: Ruhunu kaygı ve korku ele geçirmişken, hezeyanın fırtınaları zihnini oradan oraya savururken huzur bulmak için sığınılacak bir "Cennet Adası" yaratmanın. Kafanın içindeki şeytanları ve canavarları resim yoluyla dışarı çıkarmanın.. "Normaller"in dünyasında bir "engelli" olarak kendini var etmenin. Nihayet, sanatın ve hayatın engellerle dolu yollarında "ben" olarak yürümeyi göze alabilmenin hikâyesini...

Kitaptan altını çizdiğim bir kaç satır;
"Perona giden merdivene kadar götürüyorum onu, kalabalık onu huzursuz ediyor, kollarını çırpmak geliyor içinden. Kendini güç bela tutuyor. Bu çaba yüzünden birlikte acı çekiyorsunuz, bu sahiden gerekli mi? Bilinmiyor. Merdiveni tırmanmaya başladı bile, tren daha görünmediği halde acele eden ince silüet. Küçük adasında, küçük kabarcığında yapayalnız, başkalarının uçsuz bucaksız okyanusunda yüzüyor."

23 Kasım 2010 Salı

üretim bandı :)




efendim, müessesemiz aile boyu üretime geçmiş olup şu fotoğrafta görmüş olduğunuz minik kitaplık; tazecik imal edilmiştir :)

baba tahtayı kesmiş yontmuş boyamış çakmış monte etmiş
anne rafları dikmiş - kısa oldu yaw
anne kumaşı ölçmüş kesmiş teğellemiş dikmiş sopalara sabitlemiş
çakıl hanım da özenle kitaplarını yerleştirmiş ve nihayet boyuna uygun bir kitaplığa sahip olmuştur.

Not: sipariş alınır, overlok çekilir, paça yapılır :)

22 Kasım 2010 Pazartesi

bi bere :)



Çakıltaşıma bere diktim
pek bi sevindi
iki taraflı
sarı yüzü daha çok hoşuna gitti
tipik çakıl işte :)

7 Kasım 2010 Pazar

çakıla pijama diktim









Bir önceki yazının fotoğraflarında atölye aşamasını gördüğünüz çakıl hanıma pijama projem tamamlandı

(olayı büyütmek için atölye, proje filan diyorum yoksa bildiğin pazen pijama )

kendisi pek bir sevindi mutlu oldu, model bu kadar kurtlu olunca pijamanın net bir fotoğrafını çekmek ve yayınlamak da mümkün olmadı :)

3 Kasım 2010 Çarşamba

görmemişlik işte :)




görmemişin bir dikiş makinesi olmuş :)
adıma etiketlerim bile var daha ne olsun
made with love by ayşen :))))

1 Kasım 2010 Pazartesi

kapıda karşılama

kumaşlarla saadetim sürüyor

bu da yeni objem; kuş yuvası, kırmızı çiçekler illa da ekoseler puantiyeler ve içinde çanlar çalan bir kalp! bir de fiyonk kondurdum mu :) tam benlik

yuvadan içeri buyrun lütfen...

iyi ki doğdun bebeğim..


bugün çakılın okulda doğumgünü partisi vardı
gidemedim
sonuçta biz ona doğumgünü partisi yapmıştık hem de çok güzeldi
sonra dün yani gerçek doğumgününde kutladık birlikte o da çok güzeldi
ne yapsa eksik geliyor işte insana
gidemedim
burnumu toplantılardan çıkaramadım
öğle arasında deli gibi araba kullanarak gidip okulda gördüm
(evde unutttuğum bilgisayarımı almaya gitmiştim aslında)
yanıma geldi, "bugün benim doğum günüm olacak" dedi.
"sen beni alkışlayacak mısın?" dedi
kalamam dedim anlattım
"babam?" dedi
gelemez dedim anlattım
"nunu?" dedi
"anneannem?"
"dede?"
"babaanne?"
"burak amçamla nida gelecek mi?" dedi
"sibel teyze? ılgaz?"
aklına gelen herkesi sordu, anlattım
bu sadece arkadaşlarınla sana özel dedim
sizin partiniz dedim, sen büyüklerle zaten kutlamıştın dedim
ikna oldu ama "sen keşke büyük olmasaydın" dedi
öptü el salladı, mickey'li pastasını kucaklayıp küçücük poposunu sallaya sallaya gitti.
şimdi lütfen siz; arkasından düğümlenen boğazım ve gözyaşlarımın saçmalığına ikna etsenize beni .....

29 Ekim 2010 Cuma

iğne kirpisi


dün akşam çakılla iğne kirpisi yaptık biz

bir ara öyle huysuzdu ki ikimize de iyi geldi bu kirpi,
dikenlerimizi saklamayı, hatta şirin göstermeyi öğrendik birlikte...

26 Ekim 2010 Salı

macaron adasından haberler

canım blog,
uzun uzun da yazarım ama kestirmesi şu ki; olmadı!

bu durumda size nasıl macaron yapılır şeklinde bir tarif de yazamayacağım
ama macaron yaparken neler yapılmaz onu yazabilirim;
* İlk kural; gecenin 12'sinde illa da macaron yapacağım diye tutturmayın, gidin yatın :)
* Ölçüler gerçekten hassas, kek değil macaron yaptığınızı unutmayın
* Arasına muhakkak şekersiz bir krema kullanın ganaj kullanınca macaronla birlikte çok şekerli oluyor.
* milim milim gram gram ölçtüğünüz hamuru asla ve kat'a içinde su kalmış sıkma kalıbına dökmeyin!
* biraz sakin olun acele etmeyin, soğumadan kağıttan çıkarmaya uğraşıp üstünü çatlatmayın
* ha bir de üstüste dizip hepsinin lekelenmesine yol açmayın :)

21 Ekim 2010 Perşembe

macaron işine bi de ben bulaşayım :)

haftasonu planım budur :)
bu işe bulaşmayan bir ben kalmıştım hadi bakalım hayırlısı olsun :)))

19 Ekim 2010 Salı

mutlu yılllar sevgilim...

Bir eşi olmalı insanın
Rüzgar onun kokusunu getirmeli,
Yağmur O'nun sesini.
Akşam...... onu görecek diye ... pırpır etmeli yüreği,
Ayakları birbirine dolaşmalı heyecandan, eve dönerken,
Cennetten köşe almışçasına
Sevdiği, sakındığı, bakmaya kıyamadığı...
Her bir hücresinden aşkın fışkırdığı,
Çölde okyanusu yaşadığı bir eşi olmalı insanın!!!
Ben seni ölene dek seveceğim boş laf!!!
Ben seni sevdikçe ölmeyeceğim...
Can Yücel


Not: Senin doğumgününde benim dilek dileme hakkım yok biliyorum, ama öyle bir şansım olsaydı dileğim bu olurdu :)

18 Ekim 2010 Pazartesi

hamarat atölye açıldı!

Elini değdirdiği her şeyi renklendiren güzelleştiren efsane kadın Enhar; hamaratatölye'nin yeni yerinde güne gökkuşağı katmaya devam ediyor.
Şiddetle tavsiye olunur!

13 Ekim 2010 Çarşamba

rüzgarın gölgesi

günaydın blog,
bugün 3. boyuttan sesleniyorum sana :)
bir kitap okuyorum "rüzgarın gölgesi" diye, kitap bir anlamda sahiplerini etkisine alan ve başına garip şeyler gelmesine yol açan bir kitabın öyküsü. olağanüstü bir kitap olduğu söylenemez ama okuyorum, akıyor.

Salı akşamı okuduğum bölümde lanetli olduğu düşünülen evin sahibinin eşinin ve hizmetçisinin ölü bulunduğu anlatılıyordu. adam ve karısı zehirlenmiş, hizmetçi de bileklerini kesmiş. Tahmine göre hizmetçi ikisini zehirlemiş sonra bileklerini kesmiş kanıyla bütün duvarları kana boyadıktan sonra gitmiş odasında ölmüş.
Tam bu kısımları okurken ve durup dururken burnum kanamaya başladı :)
neyse denk gelişine şaşırıp kitabı bırakıp burnumun derdine düştüm.

Dün akşam kitaba devam ettim; bu sefer okuduğum bölümde kötü bir meleğin (ki sonradan şeytan olduğu anlaşılıyor) hikayesi kötülükleri vs anlatılıyordu.
İçim kabardı bıraktım gittim kanepeye uzandım uyuyakalmışım.

Uyuklama sürem boyunca rüyamda şeytanlar iblisler vs vs bir sürü kötü şey gördüm
gözümü açtığımda tv ekranında yerde bir su birikintisi içinde kıvranan acayip bir yaratık "şeytan seni çağırıyooo" diye bağırıyordu.
Meğer filmmiş, canım kocam da uyuyakaldığı için rüyamda tv'den gelen seslerin etkisiyle saçmalamışım
ama seni temin ederim blog insanın sıcacık uykusundan şeytan seni çağırıyooo diye kalkması kabustan beter.

tesadüf işte,
tesadüf tabi canım
tesadüf di mi? ....

12 Ekim 2010 Salı

beni sıcaktır mısın?

üstüste garip şeyler oluyor blog
taa 2004 yılından bir şeyler beni bulup rahatsız ediyor, hem de inanılmayacak bir mantıksızlık silsilesi içinde. devlet acayip bir kurum, aklıma kaçıp uzaklaşmaktan başka bi şey gelmiyor.
minik çakıl'ım artık haftanın 2 günü tam gün 2 günü yarım gün okula gidiyor.
Gezi günlerinde ise hala gitmiyor, bakıyorum okulun sitesinden allahım neler neler yapmışlar; tırmanış gezileri, yunus seyri -ki külliyen karşıyım-, okul için market pazar alışverişi, itfayeyi tanıma gezisi, trafik eğitimi, cam ocağında cam boyama dersi, lunapark gezileri, uçurtma yapma ve uçurma aktivitesi ....
geçen sene bahanem vardı çakıl küçük diyordum
hala sınıfındakilerden 1 yaş küçük ve fakat boyunu ölçmek isteyince zıplayarak kamuoyunu yanıltmaya çalışmayı hesap edecek kadar büyümüş :)
okuldan hep choona alıyor diye serzenişte bulunduğu için dün işten erken çıkıp okulundan aldık hanımı, bir keyif bir neşe, bir okulun avlusunda şeref turları atmaca, görmeniz lazım ...
havalar soğuduğundan beri yeni lafı bu, beni sıcaktır mısın?
ofiste deli dünya iş var, içim sıkıntılı, işler beni geceye alıkoyacak gibi.
dışarda grimgri bir hava,
şimdi sen beni sıcaktır mısın çakılım?

11 Ekim 2010 Pazartesi

sarı sıcak potinler :)



amma verimli haftasonuydu blogcum,
çakıla diktiğim kırmızı pabuçları kıskandığımdan :) bu kez hem çakıla hem kendime yeni sarı pabuçlar diktim, acemiliğim yavaş yavaş çıkıyor.
dikiş işi çok zevkli
ha bir de kendime etek diktim hemen giydim ama fotosunu koymasam daha iyi :))))

neşe palamutlarım :)






Çakıltaşımın elleriyle topladığı neşe palamutlarımız ... :)))

7 Ekim 2010 Perşembe

6 Ekim 2010 Çarşamba

tazecik

çok güzel oldu yahu :))
içimde köpüren, sürekli bi şeyler yapma isteğini size anlatamam
sonbaharın etkisi sanırım, beni genelde yeniler sonbahar
bu haftasonu sepetlerce meşe palamudu ve renk renk yaprak ve kozalak toplamak istiyorum
ne yapacaksın derseniz hiç bir fikrim yok,
meşe palamutlarına bayılıyorum, masamda bir kasenin içinde öylece duruverseler bile yeter
hem belki aralık camdan bir sincap gelir :)

5 Ekim 2010 Salı

vişne reçeli akşamı

bu akşam vişne reçeli pişirme akşamım, dünden beri şekerin içinde beni bekliyorlar.
yine mutfağım miss gibi reçel kokacak,
yine gecenin bir vakti yeni pişmiş ılık reçel, eti form mısır ve pirinç patlağının üzerine akacak...
hımmm gitmem gerek :)