17 Aralık 2012 Pazartesi

mutlu yıllar :)



bugün doğum günüm,

huzur ve mutlulukla uyandım bu sabah
yakınımdakiler, dostlarım, ailem...
her birinin varlığına her an şükrettiğim bi dolu güzel insan
biliyorsunuz eminim; etrafınızdakilerdir gerçeğiniz ve onlar dünyanın tüm gerçeğini değiştirebilir sizin için.

yürüdüğüm yola, bu yolun her kıvrımına, varlığını, kayırıcı ve kollayıcı kanatlarını her daim hissettiğim büyük aileme, kızıl kahve sakalları ve dipsiz mavi gözleriyle dengeme, minik tatlı mutlu neşe kaynağıma, her biri birbirinden bağımsız, birbirinden farklı yaşam kaynağı olan dostlarıma minnetçiyim...
 

yılın ikinci yarısı boyunca yaşanan bi dolu problemin etkisiyle bu yılki tek ve en önemli dileğim sağlık, hepimiz için... 

14 Aralık 2012 Cuma

bazı bazı...


Bazı günler tadından yenmez
bazıları çok yorar, hırpalar
bazı günler daha gözümüzü açarken anlarız, o günün zor geçeceğini, 
bazı günler su gibi geçerken bazı günler zaman çakılıp kalıverir
 
bazı insanlar tadından yenmez
bazıları çok yorar, hırpalar
bazı insanları daha görür görmez anlarız, o insanın zor geleceğini,
bazı insanlar su gibi akıp geçerken hayatımızdan bazı insanlar ömrümüzce kalır

ne zaman kaybetmeyi severim, ne de insan kaybetmeyi....
 

8 Ekim 2012 Pazartesi

ruhumun kanatları, pedalları, şarkıları ....


Ben kuşları severim, her halini.
Ruhumun enerjisine göre bazen neşe içinde kanat çırpışlarını, o kıpır kıpır hareketle kendilerini göğe yükseltişlerini izlemeyi severim, bazen öyleye durup süzülüşlerini, hiç bir şey yapmadan gökyüzünden akmalarını severim.

Ben bisiklet severim, her daim.
Çocukluğumdan beri bu böyle, aynı kuşlar gibi ruhum bazen deli gibi pedal çevirip yükselmeyi sever, bazen yokuş aşağı kolları açıp rüzgarı saçlarımda hissetmeyi ve hiç bir şey yapmadan yol almayı sever.

Ve ben ruhumu dinlemeyi ve hareketlerimi onun hızına ve arzusuna göre hızlandırıp sakinleştirmeyi severim. Bazen minimum enerjiyle varolanı devam ettirmek gerekir, yokuş aşağı pedalları bırakıp rüzgarı hissetmek, kuşlar gibi gökyüzünde süzülmek.

Bugünler ruhumun kanat çırpmaktan yorulduğu, bırak biraz süzüleyim dediği günler. Ama keyfim çok yerinde, hareket enerjisi eksilince tadı kaçmıyor ki insanın, ben köşeme çekilmeyi, içime kaçmayı da severim, bu güzel yağmurları kahve kokusuyla köşemden izlerim, böyle zamanlarda kendime şarkılar mırıldanırım.
İnsan olmanın güzellikleri bunlar...

6 Ağustos 2012 Pazartesi

bir hırs ve başarı hikayesi

Aslında yüzebiliyordu geçen yıldan beri.
Tatilin başında olympos'taydık, her an sudaydı ama hiç bir zaman kol mesafesinin ilersine gitmedi
bizimle el temasını hiç kesmedi
tümüyle yalnız yüzebileceğine inanmadı
ikna etmeye çalıştım olmadı
alaçatıya geçtik
havuzda gene benim yanımda debeleniyordu
onun sayesinde ben hiç havuzdan çıkamadığımdan Alberto bir makarna aldı ona,
böylece havuzda yalnız takılabiliyordu.
Çakıl makarnasına tutunmuş oynaşırken; bir küçük çocuk geldi
3,5 yaşındaymış adı Kayra
suya girdi yüzdü daldı çıktı biraz daha yüzdü
ve çıkıp gitti
Çakıl kilitlendi kız yüzerken
gözlerindeki hırsı ve kıskançlığı anlatamam
ben ürktüm o ifadeyi görmekten
Kayra gitti
Çakıl tam gün çalıştı ama nasıl bir çalışmak
dakika ara vermedi
kalbi yorgunluktan kuş gibi çarpıyordu
hiç durmadı hiç vazgeçmedi
akşam Kayra geri gelene kadar yüzmeliydi
başardı tabi, yüzmek koşarak havuza atlamak dalmak öbür taraftan çıkmak hepsi tamamdı
hırsından yüzme öğrendi kızım resmen
akşam Kayra geldi
elinde bir makarna ve dedi ki
"çakıl biliyor musun ben de artık yüzemiyorum sadece makarnayla suya girebiliyorum"

27 Temmuz 2012 Cuma

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Çakıl'dan tweetler

Bazen çok güzel şeyler söylüyor, bazen çok saçma, bazen komik
hepsi Çakılca şeyler.

Tweeter'dan aktarıyorum, burda da olsun istiyorum.

"acı bir duygudur, geçer!" 08 Mayıs 2012 acısso soslu makarna yerken

"arabanın ayşeni, nasıl buldun davşeni, tırınım tırınım" 18 Nisan 2012 bana yazdığı uyduruk şarkının sözleri.

"ama anne herkes kendi haftasinin gunlerini sayabilir ben pazartesiden sonra persembe cuma saymak istiyorum"16 Nisan 2012, haftasonu gelmiyor isyanlarında sızlanırken

Bi harf soyleyip o harfle baslayan bi sey ciziyoruz kagida. "L" dedim karalamis boyamis bi kosesini kagidin 'leke' yaptim dedi :)

Dedi ki bana uyumadan hemen once 'anne sen aslinda afrika sincabina benziyorsun' her gece bu iltifatlar beni kendimden geciriyor :))

"anne ben sana inanıyorum. anne ben sana çok inanıyorum ama bu çok iyi bir şey mi bilmiyorum" 21 Şubat 2012

Cakil'in isyani: yolda yururken alisveris cantalariyla kalabalikta cakila carparak gecen kadinlardan birine; "lutfen ben bir insanim!" 06 Şubat 2012

"biz süt içelim diye ineklerin memelerini çekip çekip süt sıkıyorlar!" 01 Şubat 2012

4 Mayıs 2012 Cuma

çimen türküsü

Truman Capote'yi "Tiffany’de Kahvaltı" "Soğukkanlılıkla" gibi kitaplarından hatırlasınız bu ikisinin filmi de çekilmişti.
Çimen Türküsü'nü ya da orjinal adıyla "The Grass Harp"i okudum ben.
Truman Capote bir söyleşisinde kendisinden bahsederken "hiç huzurlu bir anım olmadı" demiş. Hemen akabinde "ama düşününce, iki yıl boyunca Sicilya’da bir dağın tepesinde, çok romantik bir evde yaşadım, o döneme huzurlu diyebiliriz. Orası Çimen Türküsü’nü yazdığım yer." diye devam etmiş.
Yani huzursuz bir adamın huzurlu diyebildiği kısa bir dönemde yazdığı oldukça farklı, bildiğim algılara ve yaşam biçemine ters bir roman. Kahramanların hepsi farklı karakterler, hep dendiği gibi bir tutunamayanlar romanı.

Kitabın anlatıcısı; 11 yaşındaki Collin Fenwick annesinin ve hemen ardından babasının ölümü üzerine babasının iki yaşlı kuzeninin yanına gönderiliyor, öykü buradaki döneme ilişkin.

"Sanki ne o, ne de ben hangi yöne yollandığımızı bilmiyorduk. Sâkin, sessiz bir şaşkınlık içinde mezarlığın yamacından etrafı seyrettik. Kol kola, yazın yakıp kavurduğu, eylûl güneşinin pırıl pırıl parlattığı tarlaya indik. Kupkuru, hışırtılı yaprakların üzerine rengin türlüsünden bir çağlayan akıyordu. İşte o anda Dolly’nin bana dediklerini hakim de duysun isterdim: Bu ses, eskiden kalma masalları toplıyan, anlatan çimen türküsüdür…Durduk, dinledik.”

ben okuduğuma mutluyum, tavsiye ederim.

27 Nisan 2012 Cuma

uzak

inanamıyorum, bir ay olmuş.
blogger değişmiş, yazı yazmayı ve yayınlamayı dahi beceremedim
bir ay bu kadar uzun mu sahiden, her şey allak bullak olmuş burda.

27 Mart 2012 Salı

iyidir aslında

Sevgili günlük,
bu sıralar en çok kitap okuyorum, güzel hikayeler var, envayi çeşit insan ve bakış açısı.
kokusuna bayıldığım bergamotlu çayımdan içiyor, soğutup nane ve limon ekleyip tekrar içiyor, kaynatıp karanfilleyip tekrar içiyorum. 
hiç bi şey izleyemiyorum, bi tek leyla ile mecnun.
Mecnun'un "biz simiti yeyince ortasındaki boşluğa ne oluyor" tadında felsefik saçmalıklarına bayılıyorum
bahar içime içime doluyor, yakında burasının kır çiçekleri ve kuş sesleriyle dolacağını, banka oturmak için sırasını bekleyen çalışanların birbirleriyle kaynaşıp vakit çok geç olmasına rağmen içeri girmek istemeyeceklerini düşünüyor, gülümsüyor, akşam olduğunda gündelik işler dışında hiçbir şey yapmadan eve dönüp ve bunca sıkılmama rağmen yine de gün çabuk bitti diye sızlanıyorum.
hepsi bu.
rutin .
iyidir aslında.

19 Mart 2012 Pazartesi

en güzel şeyler; bize, çılgınlığın fısıldadığı ve aklın yazdırdıklarıdır



Peşpeşe bir kaç tane Andre Gide kitabını yeniden okudum bugünlerde.
"Pastoral senfoni", "Dünya Nimetleri ve Yeni Nimetler" ve "Kadınlar Okulu".

Andre Gide'yi ilk okuduğumda özgürlük duygusuna bu kadar tutkuyla bağlı birinin var olabilmesi beni heyecanlandırmıştı. Yıllar sonra okuduğumda aynı özgürlük duygusunu ancak bu kez yaşama sevinciyle, coşkuyla umutla perçinlediğini daha net hissettim.

Yazar herhangi bir şeye bağlanmamakta ve yaşamının her gün daha da iyi olacağına inanmanın öneminde o kadar ısrarcıdır ki; kendi kitabı için şunları söyler;

"kitabım, kendisinden çok kendinle ilgilenmeyi öğretsin sana, sonra kendinden çok her şeyle ilgilenmeyi.... daha sonra kitabımı at; hayat karşısındaki binlerce tutumdan biri olduğunu düşün onun. sen kendi tutumunu ara.... ve varlıkların en yeri doldurulmazını oluştur.

Ve dünya nimetlerinden bir alıntı;
'...
kim olacağımı bilememekten ötürü tasalanıyorum; kim olmak istediğimi de bilmiyorum; ama seçmek gerektiğini pek iyi biliyorum. nereye gitmeğe karar verirsem beni yalnız oraya ulaştıracak olan güvenli yollarda yürümek istiyorum; fakat bilmiyorum, ne istemek gerektiğini bilmiyorum.
kendimde bin bir mümkünün var olduğunu hissediyorum. fakat bunlardan yalnız bir tanesi olmağa rıza gösteremiyorum. ve her an yazdığım her sözün, her yaptığım hareketin, çehremin silinemeyecek yeni bir çizgisini meydana getirdiğini düşündükçe ürküyorum. öyle bir çehre ki, bir seçime varamadığından, onu cesaretle sınırlayamadığından kararsız, şahsiyetsiz, korkak olarak tespit edilecek...
tanrım, yalnız tek bir şey istemeyi ve durmadan onu istemeyi bana ilham et.
'

21 Şubat 2012 Salı

karşıma çıkıveren sevinçlerim

"yarının düşü bir sevinçtir ama yarının sevinci de başka bir sevinçtir; şükürler olsun ki hiç bir şey kendisi üstüne kurulmuş düşe benzemez; çünkü her şey farklı olarak bir değer taşır.
'gel sana şu sevinci hazırladım' demenizi sevmiyorum; ben artık karşıma çıkıveren sevinçleri seviyorum.
sevincimin hazırlanmış, bezenmiş olmasını sevmem.
Nathanael, sevinçlerinin hiç birini hazırlama ... "

Andre Gide- Dünya Nimetleri ve Yeni Nimetler

20 Şubat 2012 Pazartesi

çakılla felsefeye devam

Ben mutfakta bi şeylerle oyalanırken Çakıl da mutfak masasında kendince ödev yapıyordu.
Ödev verildiği yok ona ama faaliyet kitapları var
onları eline alıp ödev yapayım diyor, sonra kontrol edip yıldızlar çarpılar veriyoruz
her bir çarpı sarsıyor ve üzüyor onu
muhakkak bir savunması var
"ama öyle anlamamıştım..
ama bu da büyük ben az büyük olanı işaretle sanmıştım vs vs"
bir hırs bir mızmızlık
allah için çok nadiren çarpı alıyor
genelde (şimdilik) yıldızlı bir çakıl bu.

Mutfak masasında ödev yapıyor.
Dedi ki bana;
"anne ben sana inanıyorum,
anne ben sana çok inanıyorum
ama bu çok iyi bi şey mi bilmiyorum!"
böyle anlarda aklım dolanıyor, onun bu kadar net ve berrak kurduğu cümlelere karşı ben genelde hep yuvarlayan genelleyen cevaplar veriyorum.
ama nolur bi düşünün, şu cümleyi kuran çocuğa ne denir?

31 Ocak 2012 Salı

güneş hala orda bir yerlerde...

canım blog,
artık kabullendim ki buraya uğrama sıklığım çok azaldı benim.
hiç de istemiyorum aslında böyle olmasını
neyse boşverelim ne güzel kar yağıyor..
her sabah ve her akşam az da olsa yürüyorum mis gibi bembeyaz tazecik karlar üstünde.
kış biraz durultuyor insanı; ilkbaharın sonbaharın coşkusu, yazın afakanlı enerjisi bir yana, kışın bir ağırlığı var üzerimizde.
acayip bir mevsim aslında; kartopu oynarken hoplayıp zıplayıp çocuklaşıp iki dakika sonra içerde elinde kahve camın kenarında derin düşüncelere dalıyorsun. hep olduğundan olgun, mağrur, düşünceli ve durgun hissediyor insan kendini sanki.
sonra düşünmeyi durdurmanın yolunu düşünürken ipin ucunu çoktan kaçırmış oluyorsun.
Tam böyle zamanlarda neyseki Charles Bukowski geliyor aklıma;
"böyle bir şiiri bitirmenin yolu aniden susmaktır" ....

17 Ocak 2012 Salı

yüreğim kopkoyu kanıyor, dalga dalga kusmak geliyor içimden

içimdeki acı, öfke, çaresizlik, inançsızlık yere göğe sığmıyor
yüreğim kopkoyu kanıyor, dalga dalga kusmak geliyor içimden
bu ayıp, bu utanç, bu ülkeye bir ömür yeter...
bu karikatürü bu bloga koyuyorum ki; durumun vahameti iyiden iyiye içimize otursun!!

Kar kurabiyesi :)

Dışarda tipi ...
evde taze çekilmiş ve demlenmiş kahve kokusu
hadi bu kurabiyelerden de yapın
varsa ateşlerinizi yakın
dışarda sahte bi temizlik sahte bi aydınlık var
şimdi her yer her şey bembeyaz
bi kere de inanalım hep beraber tertemiz bembeyaz dünyaya ...

100gr tereyağ
1 su bardağı esmer şeker
1 yemek kaşığı toz şeker
1 yumurta
1 bardak yulaf
1 vanilya /1 kabartma tozu
2 su bardağı un
gönlünüzce parçalanmış çikolata
önce yağı, esmer şekeri ve toz şekeri çırpın, sonra diğerlerini ekleyin, karıştırın, kaşıkla tepsiye dizin, pişirin, yiyin :)

6 Ocak 2012 Cuma

sabır / sukunet


çok yorucu bi haftaydı yine,
işler güçler neyse de dün beklediğim tahliyeler de çıkmayınca, umutsuzluk, çaresizlik, hukuksuzluk, yoksunluk resmen tüm ağırlığıyla çöktü üstüme.

ister içinden bak ister dışından insan hukuka az da olsa güvenmemeye başlayınca uzayda asılı kalıyor, ayağını basacak yer yok işte.

sabır çekmek bu milletin kaderi.
neyseki tespihi bilen tanıyan milletiz
boncuk boncuk, usul usul, aydınlığa sabır çekiyoruz.

3 Ocak 2012 Salı

geçmişten hikayeler

"yaklaşık 8 yıl önce evliliğimin ilk yıllarında yaşadığım 1 saatlik bir kesitten bahsetmek istiyorum. çalışma günüydü. iş çıkış saatine yakın bir zamanda telefonum çaldı. arayan eşim Ayşen'di. ancak telefonda Ayşen'in şirketten bir arkadaşı vardı. bana acilen Amerikan Hastanesi'ne gelmemi ama merak etmememi söyledi ve telefonu kapattı. belli ki ambulans içindeydiler siren sesi çok yakından geliyordu. ne yapacağımı şaşırdığımı ve ellerimin tiitremeye başladığını hatırlıyorum, yanımdakilere bir şeyler söylemeye anlatmaya çalışıyordum ancak sesim titriyordu.
Kendimi o ana kadar soğukkanlı biri sanırdım. Bu tip durumlarda telaşlanmadan hareket edebileceğimi düşünürdüm. etrafındakiler "ne oldu?" diye soruyorlar ben de sadece "bilmiyorum" diyordum.
yaklaşık 5-6 dk süren şok halimin ardından eşimin telefonunu çevirdim. "Nilay çabuk söyle ne oldu?" diyebildim. Yine aynı şey "merak etme". sonunda "bir kaza yaptık beraber ama merak etme, acilen gel" diyebildi. 20 kere merak etme denir mi? 20 kat daha fazla telaşlandım.
Arabaya koştum, kullanamayacağımı düşünen arkadaşım peşimden geldi. inanılmaz bir beşiktaş trafiği vardı, yaklaşık 30 dk sürdü hastaneye gitmem. onlarca kötü senaryo yazdım kafamda, pek iyi bir şey gelmiyor insanın aklına, dışarıya tamamen kapatıyor insan kendini. sakinleştirmek için arkadaşımın söylediği şeyleri hiç hatırlamıyorum. 
Bir an artık olmadığını düşündüm, O'nu bu kadar çabuk kaybedeceğim hiç aklıma gelmemişti. Bir kaç dakikayı O yokmuş gibi yaşadığımı hatırlıyorum, bu kadar etkileneceğimi düşünmemiştim hiç. O esnada yok  gibiydi artık. kendimi sanki bu habere hazırlıyordum. telefon elimde tekrar aramaya korkuyordum. 
Acilin kapısından girdim. Nilay karşıladı beni. Ayaktaydı. Kazayı anlatmaya çalışıyordu. Saatlerce konuşacak gibiydi. Suçluluk duygusuyla beni sakinleştirmeye çalışıyordu sanırım. "bize çarpan arabadaki doktordu" kısmı kalmış aklımda.

Röntgen için sedyeyle odaya geçirirlerken beni gördü, elini kaldırdığını hatırlıyorum, yanımda bir hemşire de tansiyonumu ölçmeye çalışıyordu o sırada."

Alberto'nun notlarında buldum dün akşam, izinsiz yayınlıyorum. hoşuna gideceğini sanmam ama yine de bu blogta olsun istedim.

2 Ocak 2012 Pazartesi

bal, reçel, royal icing :)

Çakıl'ın okuldaki yılbaşı partisi için yılbaşı kurabiyeleri yaptık beraber.
Yavrum o kadar girdi ki artık bu işlerin içine.
Okulda yapışkan maddeler konusunu işliyorlarmış
uhu ya da tutkal yoksa evdeki hangi malzemeleri yapıştırıcı olarak kullanbiliriz diye sormuşlar.
Çakıl'ın cevabı; bal, reçel, royal icing :)
Kurabiye ev yapıp duvarları birbirine royal icingle yapıştırmak için öyle çok uğraştık ki geçen hafta, harç sıva neyse royal icing de o artık çakıl için :)