30 Aralık 2009 Çarşamba

2010, buyrun sahne sizin..


yeni yıl kutlamaları, temennileri vs
eksik kalamadım blog, her nevi klişenin içindeyim
kabullen artık beni :)
her ne kadar çok manalı bulmasam da yeni yıla geçen yıla göre daha iyi davranacağım bir kere, ama şimdi "2009'un enleri" listeleri filan veremeyeceğim, o kadar da değil.
o hikayeleri sevmiyorum, bu "yıl kapama törenleri" var ya, onları da sevemiyorum ben. cuma tatilini seviyorum, o mis :)

yeni yıl, illa bir şey yapmakla görevli görüyorsa kendini, şu pasaportuma bir el atsın, zavallı pasaportum boynu bükük duruyor kenarda, Roma'dan beri vize yüzü görmüş değil.
işim düşsün kendisine. eskiteyim bu sene. minimum 5 kaşe isterim aşağısı kurtarmaz.

28 Aralık 2009 Pazartesi

güzelliğin 10 para etmez :)


elinde fotoğraf makinesi ile yanıma geldi.
dedi ki bana "anne, gülümse"
gülümsedim, fotoğrafımı çekti
makineyi önizleme ayarına getirdi, çektiği fotoğrafa baktı
sonra kafasını kaldırıp bana dedi ki;
"anne, sen çok güzelsin"
bittim, eridim, mutluluktan uçtum
mutfaga gittim, elinde fotoğraf makinesiyle oynamaya devam ediyordu
bir bardak su içip geri geldim ve arkasından sessizce onu izlemeye başladım
yüzünü kanepeye dönüp dedi ki;
"koltuk, gülümse"
"koltuk, sen çok güzelsin"
.....................

27 Aralık 2009 Pazar

bırak güneş ısıtsın içini


günaydın blog,
nasıl güzel bir cumartesiydi di mi,
havaların böyle güneşli ve sıcak gitmesi beni bir yandan ürkütürken bir diğer yandan acayip mutlandırıyor.
fiziken ve ruhen güneşli bir hafta olsun...

18 Aralık 2009 Cuma

kabak tadı veren doğumgünü postları :)


bu son blogcum söz,

bu sene şımarmanın dozunu kaçırdım idare et :)

17 Aralık 2009 Perşembe

16 Aralık 2009 Çarşamba

deli koyun: bölüm 3 sahne 32

Dedi ki bana;
"anne sen çok büyüdün 'crazy sheep' oldun" :)
bayıldım bu tanıma
ben artık deli koyunum :P

yani hala koyunum; sürünün peşinden devam
ama ne yapsam yeri aynı zamanda

bu yıl içinde postumu maviye boyatabilirim
kendi yünümü kırkıp kendime hippi elbisesi örebilirim
arada bir sürüden ayrılabilirim tabi kurda dikkat ederek
burnumu türlü çeşit ota sokabilirim
tam benlik işler :)

pek seksi :)

Sevgili blog;

32 diş sırıtarak,
telaffuzu pek seksi bir yaşıma giriyorum ayıptır söylemesi :)


kendime uyarlama doğum günü şiiri ;

Ayşen, günaydın de yeni güne
Yay gibi gerginsin, çözül biraz
Bitmez dünyanın derdi, ertele
Kurmanın hiçbir faydası yok, relax
Bırak güneş ısıtsın içini
Bak baharlar açmış beyaz beyaz
Öyle olmasa da, sen öyle farzet
Bakarsın umduğundan iyi geçer yeniyaş
*(sezen'den izin almıştım)

dinlemek isterseniz tık

14 Aralık 2009 Pazartesi

yaşamın bilmediğindir

bir şey oldu, sevmek aklıma takıldı.
sonra sevmek'i aradım ben.
4.430.000 sonuç çıktı. bilgisayarlar yalnızca cevap verebiliyor. sorular mühim. neyse o yuvarlak hesap 4,5 milyon sonuçtan bildiklerim vardı elbet, açtım baktım.
insan bildiklerini arıyor bazen. nasıl sevmişler diye mi baktım, nasıl sevmeliyim diye mi, bilmiyorum. afilli laflar aradım, o kesin.
kunduzlara dair bir şey de olabilir tabii, neden olmasın.
sonra düşündüm, o 4.5 milyon sonuç içinden sanırım seçtim:

“Kendi olarak, sana gelen-
sana gereksinimi olmadan, seni isteyen-
sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen-
kendi olmasını, seninle olmaya bağlayan- -
O, işte...”

Oruç Aruoba

okudum ağladım, ağladım okudum. nesine bilmiyorum.
bak yine okudum, gözlerim doluyor. tuhaf. ama iyi geldi. yazayım istedim.

güzü beklerken

Ankara'dan dönüşte uçakta okumak için hızlıca aldım bu kitabı.
İlk 10 sayfa "ehh" okudum
20. sayfa itibariyle ufunet bastı!
orta koltukta oturduğum için kalkıp, aldığım diğer kitapla değiştiremedim, el mahkum İstanbul'a kadar okudum bitirdim.
"Arada bir ruhunuza dokunan bir kitap çıkagelir" yazıyordu arka kapağında.
Dokundu hakikaten, ruhum ağırlaştı sayesinde.
Tanıtımı şöyle;
"Bu kitapta Scott, insanların yaşamlarını değiştirmeye meyilli,
yanında sürekli uyuyan bir Labrador yavrusu olan, Robert isimli evsiz, gizemli bir adamla tanışır. Robert’ın sıra dışı bilgeliğinden etkilenen Scott, geçmişindeki yaraları iyileştirmeye çalışacağı bir maceraya atılır. En nihayetinde karşı karşıya kaldığı ikilem,
duyduğu çağrı ile dünyevi sorumlulukları arasındadır. Şaman enerji şifası, bilinçli yemek, doğa ile iletişim, atalarla bağ kurma ve daha pek çok yaklaşımın yer aldığı bu yolculukta,
Scott’a eşlik edin. Elinizden bırakamayacağınız bu kitap,
insan ruhunun engin uyanışına dair sürükleyici ve olağanüstü bir keşif..."
ben bu spiritüel dünyaya yaşam koçlarıyla açılma safsatalarına katlanamıyorum, tamam güç insanın içinde sonuna kadar varım, bunu bulmak için spiritüel yaşam koçu şart mı?
Neyse illa istiyorsanız okuyun kendiniz karar verin, sen ne dersin derseniz vakit kaybı derim.

11 Aralık 2009 Cuma

yağmur

çok güzel yağdı bugün,
küçük bir öğle yürüyüşü yaptım kendimle başbaşa
iyi geldi gerçekten

Günboyu karanlıktan sonra, kar olmaya kararlı, çıtırtılı bir yağmur başlar:
eski Usta’nın o geç kalmış sözünü düşünürsün :
“Yeni yılla yeni değişim gelir.” – gelir, belki…

Oruç Aruoba

7 Aralık 2009 Pazartesi

karadenizlinin biri birgün...


Canım günlük,

Haftalardır heyecanla beklediğim 4 günlük Karadeniz seyahatimi Çakıl'ımın hastalanmak için illa da bu tarihi seçmesi neticesinde 2 günde apar topar dönerek sonlandırdım.
Planlarım hayallerim görüşülecekler listem vardı, Kafka'nın izinden giden Tezer Özlü misali çocukluğumun izini sürecektim, ama sağlık mühim herşeyden.

Giresun'a ayak basar basmaz ilk yapmak istediğim şey yukarda yolunu gördüğünüz bahçemize -fndık bahçesi /köy ne derseniz artık- gitmek oldu. İyi ki de gitmişim, bir ertesi güne bırakmadığıma çok mutluyum.

Bu fotoğraflarda gördüğünüz bizim bahçedeki evimiz;
yıllardır kullanılmamaktan sarmaşıklar altında kalmış.


Öyle güzel anılarım var ki bu evde; tam kapısının önündeki yer sofrasında anneannem ve dedemle gaz lambasının ışığında yediğimiz yemekleri, muhabbetlerimizi unutmam olanaksız.


Fındık zamanı bu küçücük evde aynı yatağın içine bütün kuzenlerimle doluşup sabaha kadar kikirdeşmelerimizi, tavandan iple çarşaf gerdirip evi odalara ayırmamızı :) anneannemin bahçeden taze sebze toplayıp hazırladığı yemekleri, illa da topraktan yeni çıkmış patatesleri, dalından koparıp yediğim meyveleri, kulaklarımıza astığımız kirazları, dallarında sallandığım ağaçları, süzgeçle balık tuttuğum dereyi sayfalarca anlatabilirim.



Bu fotoya bakıp anlamanız mümkün değil tabi, yukarıdaki fotoğraftaki minicik yer tuvalet.

Gece tuvaleti gelen önce dedesini ya da anneannesini uyandırır, birlikte gaz lambasıyla çişe gidilirdi. Biz öyle geceleri harry potter misali lambamızı kapıp gezinmezdik, ürkek çocuklardık :)

bahçeye varır varmaz, kızıma çocukluğum boyunca bana yapılmış olan bu seyyar beşiği yaptım, bizim orda adı "ılıncak"

çakıl "çok sevdim, çok sevdim" diyerek uyudu. biz de çok severdik ılıncağı, yanyana üç çocuk oturup yere göçüp popomuzu incitmek pahasına sallanırdık.


bu ise aslında bir fırın, darı (mısır) fırınlanır, ekmek yapılır, ya da fasulye kurutulur vs.

Biz tavşan beslemiştik içinde, ekmek yapan darı yapan olmayınca torunlara tavşan yuvası olmuştu, ah ne güzel günlerdi. Şu zaman makinesi bize yetişmeyecek en çok ona üzülüyorum.



bir hayaldi gerçekten güzel

Barış Müstecaplıoğlu, “Bir Hayaldi Gerçekten Güzel” ile romanının temelini 14-15.yüzyıllar arasında yaşadığı tahmin edilen Siyah Kalem lakaplı ressamın etrafında kuruyor. Ana öyküsü günümüzde, İstanbul’un benzersiz manzaraları eşliğinde geçen bu eserinde, Siyah Kalem’in resimlerinin rehberliğinde bizleri 1400’lü yıllara, göçebe Türklerin şamanist dünyasına ve yılan kuyruklu iblislerine götürüyor.

Okuyucuyu zorlamayan, rahat ve keyifli bir kitap.
Altını çizdiğim bir paragrafı paylaşmak isterim;

"Çoğu zaman insanlar asla yanında olamayacakları kişiler tarafından bile sevilmek isterler. Bunun o kişilere ne kadar acı vereceğini düşünmeden. Kötü olduklarından değil, zayıf oldukları için. Bazı insanlar sevilmeden yaşayamaz."

bir de;
kitabı okuyunca, ömrümün bir yazını büyükadada geçirdiğime daha da çok sevindim, öyle güzel tasvirler var ki adaya dair.

30 Kasım 2009 Pazartesi

bana mutluluğun resmini yapabilir misin abidin?

kızım, oğlum, kardeşim....
aklımı çelen günbatımı...
elbetteki eksik kadro, ama mutluğumun bir parçasının resmedilmiş hali budur şüphesiz.

20 Kasım 2009 Cuma

aferin bana


Her şeye boşver, dolu dolu yaşa. Madem ki bir aşkın var, ne güzel, tadını çıkar...
Sanki ayıp bir şeymiş de utanıyormuşsun gibi yazmışsın bana...
Her şeye boşver ve aşkı yaşa...
İlle de büyük aşk olması gerekmez; yaşanan her aşk büyüktür, yeter ki tadını çıkarmasını bil... Çok büyük umutlar bağlama, yarını hiç düşünmeden, günü gününe sev, sevginin tadını çıkar... Sevgide geleceği düşünürsen aşkı, bombok edersin.
Sakın haaa...Sonsuz, monsuz diye karşındakinin başını yeme...

Her şeye boşver;
öylesine sev ki, sevdiğini bile umursama,
salt kendin için sev, bencilce yaşa aşkı, bütün maddesiyle...
Yaşamdan elinde kala kala salt yaşadığın sevgiler kalır sonunda, ne şu, ne de bu...
Bütün onlar, aşkı yaşamak için gerekli olan - ne yazık ki gerekli olan- gereklerdir.
Aslolan aşktır yaşamda...
Dolu dolu, dolu dizgin, zilzurna, saniye saniye aşkı yaşayarak sev...
İki yıl, üç yıl sürecek diye umutlanıp enayilik etme...
İster sürer, ister sürmez... Sen o anı yaşa yeter ki...
Yitirdiğin zaman; yaşadıklarını kazanmış olacaksın...
Sonunda elbet yitireceksin, ama yitireceğini hiç düşünme;
çünkü aynı zamanda kazanmışsındır da... Anılar kazanıyorsun daha ne...

İç o zaman, sarhoş ol...
Yüce şeyler düşünme severken, sevgiyi berbat edersin;
çünkü sevginin kendisinden daha yüce bir şey olamaz..
Aferin sana seviyorsan, seviliyorsan...
Sakın kuşkulara kapılma. Karşındakini didikleme, yiyip bitirme...
Türk gelenekleri, görenekleri öyle...
Sakın bu aptallığı yapma...
Severken yirmi yıl sonrasını değil, yirmi dakika sonrasını bile düşünme, sevginin içine edersin... An an yaşa, derin derin hem de...

Afferin sana...
Çok sevindim. İşe güce boşver.
Artık sana ne Surname'yi, ne de başka şeyi soruyorum.
Keyfince yaşa, sev...
Sevildikçe sev, sevilmeyince de tastamam boşver ve o zaman o güzelim yalnızlığına sarıl...
O yalnızlık ki, bütün sevgilerden daha güzeldir ve sonunda onun koynuna girmek için kendi kollarımızla kendimizi sararız...
O zaman da hiç üzülmeyeceksin.
Çünkü nasıl olsa, sığınacak bir yalnızlığımız var;
günün birinde anamız bile bizi bırakır gider ama o yalnızlığımız, biz yaşadıkça bizi hiç bırakmaz... Severken bunları düşünme, lütfen yarınsız sev!

Hadi, sevgiyle öperim. Yaşa sen !...

Aziz NESİN

15 Kasım 2009 Pazar

aynada melankoli


Jean Starobinski'nin "Aynada Melankoli" kitabı Batı kültüründe melankoli konusunu şair Charles Baudelaire metinleriyle işliyor.
Kitapta beni etkileyen kısımların neredeyse tamamı da Baudelaire'nin dizeleri.
Melankoli üç temel konuyu eşzamanlı olarak gözlemlememizi sağlar. Bunlardan ilki Batı'nın din ile ilişkisinde vicdan ve bilinç kavramlarının oluşumunu belirleyen melankolinin kendisi; ikincisi bu önemli konunun Batı modernitisindeki inanç küresine ilişkin temel yapıları haber veren Baudelaire'in, her biri gerçek birer labirent olan şiirlerle örülmüş poetikası; üçüncüsü ve belki de en önemlisi, bu iki konunun incelenmesinde işe yarayacak yöntemin işleyiş biçimi.
Altını çizdiklerim ise şöyle;
"Melankoli, her şey uykudayken, öğle vakti,
Dayamış elini çenesine, bir koridorun ucunda
Ağır aksak adımlarıyla erkenden sürükler sıkıntıları,
Ve alnı gecenin uyuşukluğuyla hala nemli"
"Aynadan yansıyan iğretiliğin, derinlik yokluğunun ve ele gelmez Boşluk'un yarattığı melankoliden daha "derin" bir başka melankoli yoktur"
Starobinski metinde Leonce ile Lena'daki Büchner prensesinin ağzından şunu söyler;
"yoksa ben, üzerime eğilen her görüntüyü derin sessizliği içinde yansıtmaya mı mahkumum; savunmasız, zavallı bir su kaynağı gibi miyim?"
Biraz uzunsa da en sevdiğim kısmı yazmadan geçemedim;
"Aşkımın hikayesi ayna gibi parlak ve temiz bir yüzey üzerinde yapılmış bir yolculuğua benziyor; başdöndürücü tekdüzelikteki bir ayna, bütün duygularımı ve hareketlerimi kendi bilincimin sağladığı ironik kusursuzlukla yansıtan bir ayna, öyle ki, ne zaman kendimi akıldışı bir harekete ya da duyguya kaptırsam, peşimi bırakmayan hayaletimin sessizce yakındığını ayrımsarım. Aşkı bir koruyucu gibi görüyodum (...) Bana özgü delilikten sağlayabileceğim bütün yararlardan mahrum bırakıyordu beni...
Kimbilir kaç kez üstüne atlayıp boğazına sarıldım ve "Kusurlu ol, sefil! seni rahatça ve öfkesizce sevebileyim!" diye bağırdım. Yıllarca hayranlık duydum ona, içim kinle doluydu. Sonunda ölen ben olmadım (...) Siyaset'in dediği gibi, ya zafer ya ölüm, yazgının önüme sunduğu seçenekler bunlardı! Bir akşam bir ormanda... bir su birikintisinin kıyısında..., onun gözlerinde hoş gökyüzünün yansıdığı, benim kalbimin ise bir cehennem ateşindeymişcesine kıvrandığı melankolik bir gezintiden sonra ..."

10 Kasım 2009 Salı

eldivenler hikayeler

Son derece keyifle okuduğum bir kitap oldu; okurken altını çizdiğim kısımlardan bazıları şöyle;


"insanın duyguları söz konusu olduğunda sözcüklerin ne denli cılız ve çelimsiz kaldığını, gerçek denilen şeyin doğasının ne kadar ele avuca sığmaz ve kaypak olduğunu; iç dünyamızın karmaşası karşısında tanımların, terimlerin yetmediğini anladım. Bunların çok daha fazlasıydı insan; kendine bile yabancı olan yanlarıyla karşılaştıkça bunu daha iyi anlıyordu."


"kişisel kazıların çoğu, bizi kendimize rağmen olan yanlarımızla yüzleştirir ve bu, çoğu kez hiç hoşumuza gitmez."

Murathan Mungan'ın "adalet" konusunda azılı bir suçlu olan kahramanın ağzından söyledikleri tüylerimi ürpertti;
"Adalet; açıklarından kimin nasıl yararlanacağı üzerine kurulu bir gösteriydi. Atlatılması gereken tuzaklarla dolu bir gösteri. Yasaların boşluklarını, adalet sisteminin su alan yerlerini tanıyanların; mevzuat açıklarını ustaca kullanmayı bilenlerin oyunuydu. Adalet, pahalı bir prodüksiyondu; yoksullar, çaresizler, kimsesizlerse bu pahalı prodüksiyonun ucuza kapatılmış figüranlarıydılar yalnızca. Mahkeme dediğiniz tiyatroda rol dağılımı çoktan yapılmıştı. Taraflardan biri kaybetse de, bu oyundan her seferinde kazançlı çıkan pahalı takım elbiseler, şık döpiyesler içinde temsil edilen , levhası bile bizim gibilerin apartman dairesi fiyatı eden avukatlık bürolarıydı ve onlar bütün ciddi görünüşlerine karşın, bana yüksek komisyonla çalışan üçkağıtçı artist simsarlarını hatırlatıyorlardı. Bu kadar sabıkalı ve sicilli bir suçlu olmasam rahatlıkla avukat olurdum"

buna da bayıldım:)

"hepimiz kendimizi karşı taraftan daha zeki ve uyanık sanırız. Başkalarının numaralarını gören gözlerimiz, kendi numaralarımızın kolay görünmeyeceğine inanır. Ne de olsa insanoğlu zaafları olduğunu bilir, ama onları tanımak istemez"

ve inanarak kurmayı istediğim cümle ise budur; henüz bu mertebeye eremedim :)

"ben yıllar içinde daha çok onun sessizliklerini okumayı, anlamlandırmayı öğrendim. Hem bazı suskunlukların kelimelere emanet edilmeyeceğini bilenlerdenim"

okuyunuz, öneririm, hatta mümkünse önce "kadından kentler"i sonra bu kitabı okuyunuz.

3 Kasım 2009 Salı

bir de baktım yoksun

"Buzdan bir kütle, mumyadan bir heykel gibi izledim kaderimi. Babam yanımda olsa bir tokat atar kendime getirirdi beni." Çocukluk düşlerinden yapılmış bir evin gölgeleri içinde babanın hayaletiyle karşılaşmak... Portobelloda, George Orwellın evinin önündeki kaldırımda oturup Tanpınar okurken zamansız sevgiliyle karşılaşmak... Kuledibinde, her şeyini bir Hopper çizimini elde edebilmek için harcamış bir adamla karşılaşmak... Ölüme çeyrek kala, bir balık lokantasında küçük kızının genç kadın haliyle karşılaşmak... Cinayetle kaza arasındaki bulanıklığa sığınırken, bir evcil hayvan dükkânında vicdan azabıyla karşılaşmak... Kara mizahla yoğunlaştırılmış usta anlatımıyla Yekta Kopan, okurunu, kentler, kitaplar, resimler, şarkılar, fotoğraflar ve insanlar arasında gezdiriyor. Çok iyi bildiğimiz ama unutmaya çalıştıklarımızı hatırlatıyor.

Bir solukta okunan, sade yapısı içinde bir parça düşsel ögeler içeren, çoğu söyleyeceği şeyi satır aralarına saklayan bir kitap…

Benim için en etkileyici bölümlerinden biri;

“Neyse, çok düşündüm ve hayatımı senin üstünden ikiye ayırmam gerektiğini anladım.
1.Sana benzemekten ölesiye korktuğum dönem.
2.Senin kopyan olduğumu anlayıp, bununla başa çıkmaya çalıştığım dönem.”

Öykülerin kendi içinde bir benzerliği de var.
Hepsi, kaybedişin ardından yaşanan boşluk duygusunu ve bu boşluğu doldurma biçimlerini anlatıyor.
okuduğuma sevindim, öneririm...

2 Kasım 2009 Pazartesi

mutlu yıllar bebeğim

Güzel kızım, Çakıl'ım

adet olduğu üzere bu yazıya sana bir doğumgünü mektubu yazmak için başladım
geçen yıl ve önceki yıl olduğu gibi.

dün sabah, odamdan içeri girip yüzümü öptün, bir kuş sürüsü havalandı içimde.
özel bir çocuksun, özel bir insan..
öyleki gülümsemeyen birini gördüğünde hemen gidip gülmesini sağlamaya çalışıyorsun
geçen hafta Ankara'dan dönüşte havaalanında uçağımızın rötarı nedeniyle beklerken bir çift vardı karşımızda. kız belliki sevgilisinden ayrıldığı için ağlıyordu.
yanına gitttin
"-lütfen gül" dedin, kız şaşkınlıkla sana baktı
anlamadığını düşünüp
"-please laugh" dedin
güldü biliyor musun çakıl'ım
senin etrafındaki herkese mutluluk ve neşe verecek bir gücün var
hiç eksilmesin dilerim.

güzel bir resim çizdik beraber.. yıldızlı şarkılar eşliğinde..
senin bana benzeyip benzememen hikaye, ben artık aynaya bakınca "sen"den bir şeyler görüyorum kendimde..

geçen sene dediğim gibi;
“Yanağı pembem, dudağı kirazım, gözü okyanusum iyi ki doğdun...”

anlatılır gibi değil

şimdi ben bu fotoğrafın altına post için yazı yazacağım, açıklayacağım siz de okuyacaksınız
çok anlamsız değil mi :)

24 Ekim 2009 Cumartesi

bakış açısı

"denizin üstünde süzülen
rüzgarda savrulan,
martıya,
balık gözlüyor değil de,
kanatlarını deniyor diye baksak?..."

oruç aruoba

20 Ekim 2009 Salı

inceden nağmeler

bazen, 'ancak' bir kadının ruhumdan anlayabileceğini / ruhuma yaklaşabileceğini düşünüyorum.
artık çok geç olmasaydı bunu cidden düşürdüm günlük.

emek verilen tasarlanan heyecanlanılan bir şeye sadece 2 milisaniye "çok hoş" diyerek tepki vermek, bir sürprizin tam ortasında meşgul olduğunu söylemek, cep telefonundaki padişah olsa 2 dk'ya ben seni arayayım deyip kapatabilecek inceliği gösterememek (ya da sadece telefondakine naif olabilmek) ancak "erkek" olmakla açıklanabilir korkarım.

bir erkeği gerçekten "işlenmiş" hale getirmek için ne kadar zamana ihtiyaç var, ne yapmak lazım, bu konuda ciddi öneriye ihtiyacım var, zira yanıtlanmayan tek doğum günü mesajı benimki :)
ama ne gerek var bilmiyor muyum allaansen takıldığım şeye bak.
günlük bak burdan yazıyorum haberin olsun daraldım ben haylice.
yoksa bu sabahın bu vaktinde havaalanı kafelerinde bunları düşünmek akıl kârı değil.
Çok ince ruhlu olduğunu sandığım iki kız oturuyor tam karşımda, hafiften sohbetlerine sızmak niyetindeyim :P
gelişmelerden haberdar ederim.

15 Ekim 2009 Perşembe

Ay'a dinleti

foto: James Neeley

Şşştt, blog'cum
yaklaş, bak gizli bi şey söyleyeceğim
dün gece balkonda oturup Ay'a Oruç Aruoba okudum
parladı yemin yediyorum, pırıl pırıl parladı
Şu Oruç Aruoba'nın iyi gelmeyeceği varlık yok :)

yasamin, birseyleri yitirmenin sureci olacak
- sonradan da, bu yitirdiklerini aslinda yitirmemis oldugunu ogrenmenin sureci...
yasadiklarin, yitmeyecekler - yasayacaklar.
birseyleri yasamissan, gercekten yasamissan, onlari yitiremezsin artik-
istesen bile istemesen bile, yasar artik onlar..
yasadiklarinsin...
yasamin, butun yasadiklarini yitirip, yeniden kazanmanin sureci olacak
-hep yeniden yitirip, hep yeniden kazanmanin sureci....

12 Ekim 2009 Pazartesi

aile fotoğrafı :)

sevgili günlüğüm,
bilsen ne karışığım anlatılır gibi değil
yeterince gizli olmadığın için iş güç deyip geçeceğim yapacak bir şey yok :)

çakılım çok huysuz, annesini özlüyor, özledikçe hırçınlaşıyor
hırçınlaştıkça kendisi de kızıyor; kısır döngü.

çocuk psikolojisi / gelişimi üzerine okuyorum
hemen hepsi olayı tek çocuk sendromuna bağlıyor
kusura bakmayın ama bu bana biraz kolaycılık geliyor, yani çocuğun her olumsuz haline "tekdir ondandır" denmesini eşraftan duymaya alışkındık da uzmanların da buna dem vurması can sıkıcı. bir korkun varsa çocukluğuna in, her yaraya teramicin sür, çocuk huysuzsa kardeş yap vs vs.

bu mudur reçete?
yenisi de huysuzlaşırsa ne yapacağım ?
bir de üstelik çocukların büyük olduğunu bilmesi , kendinden küçüğünü koruyup kollaması, yönlendirmesi, kardeşiyle ilgili sorumluluk üstlenmesi onun güçlü birey olmasını sağlar diyor.
gelecekteki muhtemel aile fotoğrafımız budur o zaman :)

7 Ekim 2009 Çarşamba

sevgiye bulaşın


ikisinin hakkında da uzun uzun konuşabilirim; yerlerinin bambaşka olduğunu söylemeye gerek yok, birbirlerini sevmeleri çok güzel.

hele dokunarak sevmek lütuf,

sevin sevgiye bulaşın, sevgi size bulaşsın..

29 Eylül 2009 Salı

her yönden sarışın :(

“Nerdesin” dedim
“D&R’dayım kitap alıyorum” dedi
“Bana da bir kitap alır mısın, sen seç” dedim
“Tamam” dedi
Kitabı verdi
“Sana kitap almak için bestseller reyonuna bakmak zorunda kaldım” dedi
Ağır geldi, çook ağır geldi.
Kendimi kültür ve sanata adayacağım
Şu dizi’m bitsin, sonra magazin forever var o da bitince belgesel izleyeceğim.

28 Eylül 2009 Pazartesi

muskat cevizli kurabiye



muskat cevizli kurabiye yaptık çakılla,
tarifi soyle;
* 200 gram) un
* 1/2 çay kaşığı karbonat
* 120 gram tuzsuz tereyağı, oda sıcaklığında
* 100 gram kahverengi şeker
* 1/2 çay kaşığı fleur de sel VEYA 1/4 çay kaşığı deniz tuzu
* 1 çay kaşığı vanilya özütü
* 1 çay kaşığı muskat cevizi rendesi
* 1/2 çay kaşığı tarçın
* 150 gram beyaz çikolata, irice kıyılmış

Yapılışı
1.Tarifi uygulamaya başlamadan yaklaşık yarım saat önce tereyağını buzdolabından çıkartıp oda sıcaklığına gelmesini sağlayın.
2.Un ve karbonatı bir kaba eleyin ve bir kenara ayırın.
3. Tereyağını karıştırma kabınızda iyice yumuşayana kadar çırpın. Kahverengi şekeri, vanilya özütünü ve tuzu ekleyip 2-3 dakika daha çırpmaya devam edin. Ardından elediğiniz kuru malzemeleri, muskat cevizini ve tarçını ekleyip mümkün olduğunca az karıştırmaya dikkat ederek bir hamur elde edin.
4.İrice kıydığınız çikolata parçalarını da ekleyip bir araya gelene kadar biraz daha karıştırın.
5.Hamuru tezgaha alıp ellerinizin yardımıyla toparlayın ve ikiye bölün.
6.Hamurun her iki yarısını da 4 cm çapında silindir haline getirip streç filme sarın ve buzdolabında en az 2 saat (ben 3 saat beklettim) soğumaya bırakın.
7.Fırınınızı önceden 165 derece ısıtın.
8.Buzdolabından çıkardığınız silindirleri keskin bir bıçak yardımıyla 1.5 cm kalınlığında keserek önceden parşömen kağıdı serilmiş fırın tepsisine aralarında 2.5 cm boşluklar kalacak şekilde yerleştirin.
9.Kurabiyeleriniz keserken dağılırsa dert etmeyin, elinizle sıkarak bir araya getirin.
10.Tek seferde sadece bir tepsiyi fırına vermek şartıyla kurabiyeleri 12 dakika boyunca pişirin. Bu 12 dakika sonunda kurabiyeler pişmemiş gibi görünebilir ama bu sizi aldatmasın, doğru yoldasınız.

Not:
Tarif cenk'in korova kurabiyelerinden uyarlamadır, burdan kendisine teşekkür ederim.

25 Eylül 2009 Cuma

15 Eylül 2009 Salı

zor günler


Sevgili günlük,

Bu kez sana Samsun havaalanı'ndan yazıyorum ve elbetteki buraya sana pikaboo! yapmak için gelmedim. Yurdumun enterasan yargı anlayışında; yokluğumuzda karar verilmesine yönelik talebimizin 3 kez üstüste reddedilmesi neticesinde hakimin illaki gül cemalimizi görmek istemesi kaprisi kapsamında görevimizin başındaydık. İyi bir dava kazandık, yüzüme okunması da ayrı bir keyifti :) burdan TSE vekillerine üzüntülerimi iletirim :P

Acayip günler geçiriyorum, zor günler.
Önce Choona hastalandı, Çakıl adam akıllı okullu oldu 2 gün, sabahtan akşama okulda mesai yaptı, ardından Dante hastalandı. Cuma akşamı yarı baygın vaziyette karşıladı bizi. Ayağını çatlatmış (evet biliyorum ailemizde var bu huy, genetik galiba) ordan yayılan iltihap halsizlik yapınca ölü köpek bakışı neymiş hepimiz gördük. Sabır savaşı verdik, çaresizlik ne zor be günlük. O orda öylece yatıyor ve senin elinden başını okşamaktan fazlası gelmiyor, insanın deliresi geliyor. Bilmem kaç yıllık insanlık tarihimizde en azından ufak bazı iyileştirici güçler edinecek şekilde evrimleşmiş olmalıydık şimdiye. Neyse ki antibiyotik denen ilaç bulunmuş, ikinci gün gözünü açtı kendine geldi dandik'im.

De ki bu kadar mı, ıı ıhh :(
ama devamını burda anlatabilir miyim ona da ıı ııh :(
Bir arkadaşım kelebeklerimi istedi verdim, defterinin arasında kurutacakmış diyeyim.
Öyle pek coşkulu şeyler bekleme benden bu sıralar diye yazıyorum günlüküm gündelikim.
Duygusal denge formülü üzerinde çalışıyorum, başlangıç seviyesindeyim henüz.

Aklıma gelmişken herkese bir şeyler olmuş, 4 kişilik en yakın kız kankalarımın benden kalan tamamı duygusal koç, yaşam koçu, astro nlp, nefes egzersiziyle stres yönetimi vs vs patlamış durumdalar. Bu her şeye anormal pozitiflikle bakan "olsun bu da küllüğün enerjisi demek o da kapağı kapansın istemiyor, kırmış kendi kenarını kapanmamak için" filan şeklinde yorumlar yapan tayfadan "imdaaakkkk" diyerek uzaklaşasım var.
Bu nedir yahu, tamam ben de rasyonelliğiyle nam salmış bir insan değilimdir ama bu hakikaten yenilir yutulur düzeyde değil, sabrımın son çeyreğini dönüyorum burdan ilan olsun!
Belki de bir yaşam koçuna ihtiyacım var, hah içim de sıkıştı; nefes egzersiz koçu mu tutsam, astro nlp daha mı iyi....

10 Eylül 2009 Perşembe

her şey sende gizli




Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme, bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın

Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin; bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...

Can Yücel

7 Eylül 2009 Pazartesi

gece örter üstümü / sesim çoğalır su olur

Canım günlük,
oldukça keyifli bir haftasonu geçirdik, dağlar yaylalar tam bana göre.
kim ne derse desin doğa insanıyım çıplak ayak yürümem lazım belli aralıklarla, börtü böcek, kirpi tilki halleşmeliyim
yoksa terazinin topuzunu kaçırıyorum maalesef.
iyi geldi çok iyi geldi.
çakıl enerjisini attı koştu zıpladı
ben sulara bıraktım sıkıntılarımı, rehabilite oldum.
gece yarısı uzun saatler verandada oturup sessizliği dinledik
bir kirpinin minik ayaklarıyla kuru yapraklarda çıkardığı kocaman seslere şaşırdık
konuştuk gülüştük
bir gece bir ormanda sabahlamayanın hayatı eksiktir bu kadar net söyleyebilirim.

Eğer gece dikkatlice dinlersen;
karanlığın yaratıklarını duyarsın, hepsi kutsanmıştır
Baykuşlar, cırcırböcekleri, kurbağalar, gece kuşları..
ve güzel şarkılar duyarsın, daha önce hiç duymadığın şarkılar.
Yüreğinle dinle.. Dinlemeyi hiç bırakma..."
-henery quick bear, Lakota kabilesi

25 Ağustos 2009 Salı

kampanya

yorum bırakan tüm arkadaşlarımdan özür dileyerek bu yazıyı kaldırıyorum; blogun ofis ve iş camiyasından bu kadar takip edildiğini bilmiyordum, bir dizi yanlış anlamaya ve benim tarafımda karın ağrısına yol açtı :)
hayat hoş, eğlen coş diyerek konuyu kapatalım, napalım :)

24 Ağustos 2009 Pazartesi

italian woman :)


dün pizza yaptım

3 farklı;

* turkish pizza; beyaz un, mozzarella, cheddar, pastırma salam vs
* standart mix; kepekli un + beyaz un karışımı, mozzarella, salam, sucuk, mısır, zeytin vs vs
* vegeterian; kepekli un, her çeşit bol peynir, pesto sos, ıspanak, kuşkonmaz.

bu fırsatta yeni pizza taşımı denemiş oldum, sonuç başarısız.
mutfak fırınları pizza taşını ısıtacak yeterlilikte ısı vermiyor, taş kızgınlaşmıyor, bu durumda altını pişirmek için taştan alıp yeniden fırına atmak gerekiyor, fiyasko :)

fotoğraf makarna yaptığım günlerden; içinde benim olmadığım post olmasın diye :P

18 Ağustos 2009 Salı

tepetaklak

bizi gömen ya da süren toprak zehirleniyor.
hava yok, havasızlık var.
yağmur yok, asit yağmuru var.
parklar yok, park yerleri var.
eşler yok, ortaklar var.
uluslar yerine, şirketler var.
yurttaşlar yerine, tüketiciler var.
şehirler yerine, yığılmalar var.
bireyler yok, dinleyiciler var.
gerçekler yok, reklamlar var.
vizyonlar yok, televizyonlar var.
bir çiçeği övmek için, "plastik gibi" deniyor…

Eduardo Galeano - Tepetaklak ; Tersine Dünya Okulu syf.202

17 Ağustos 2009 Pazartesi

çok acayip bir sabah


günaydın blog, bu sabah enteresan bir sabahtı, hemen anlatayım;

günlerdir (itiraf ediyorum aylardır) planladığım Dante'yle sabah yürüyüşüne çıkmayı bu sabah başardım.

Saatimi 6.00'a kurdum ve sabahın serininde çıktık Dante'mle gezinmeye.
bütün site uyuyordu her yer çok sessizdi, yukarıya çamlığa ve göksu ormanına gittik, Dante çılgın gibi koştu, bir ara yarıştık elbetteki Dante kazandı :)
ben dilim dışarda banklarda otururken bir amca geldi, yanıma oturdu
82 yaşındaymış, en son ispanya ateşesiymiş, "artık uyuyamıyorum
insan gençken en çok sabahları uyumak istiyor, yaşlanınca da sabahları uyumayan birilerini bulmak" dedi.
çok keyifli bir sohbetti, dedi ki bana "kızım, sen sabahın bu saatinde böyle gülümseyebiliyorsan hayatta sana hiç bir şey olmaz"
pek anlamadım dedim uzun uzun anlattı, sonra sabah gülüşümü akşama dek eriten şeyleri düşündüm sırasıyla. neyse günlük bunlar derin konular seni aşar :)

ama amca süperdi, bütün dünyayı gezmiş, yaşam gurusu gibi bir şey olmuş. utanmasam her sabah bu saatte burda buluşalım diyecektim :)

sonra dönerken dantenin yorgunluktan canı çıkmış olduğu için ayağımın dibinde yürüdüğünden tasmasını takmadım. Dante bağsız ve yorgun eve dönerken yolda bir alman kurdunu tasmalı bir şekilde gezdiren bir adamla karşılaştık. Çağırdım dante yanıma geleceğine kurdun yanına gitti. Ben peşlerinde tabi ki, bunlar koklaşmaya başladılar.
"neyse ki korktuğum gibi bir karşılaşma olmadı" dedim kurdun sahibine
"Aaa Ralf çok uysaldır, ağırbaşlıdır. Sizinki değil midir yoksa?" dedi.
"Öyledir tabi de sonuçta köpektir ne olacağı belli olmaz" dedim
adam güldü.
daha yüzünden gülücüğü toparlamamıştı ki kurt danteye saldırdı!
ne yapacağımı şaşırdım, Dante tasmasız araya giremem, zaten yanaşamadım bile
adam kurdu tasmasından çekti, ayırmak için bedenen araya girdi.
neyse aldım danteyi, baktım kulağı yaralanmış kanıyor, ama mühim bir şeysi yok
tam adama döndüm, hani ralf uysaldı ağır başlıydı ne oldu şimdi diyecektim ki
"ben yaralandım" dedi adam
onları ayırmaya çalışırken araya bacağını soktuğu için kendi köpeği onun kasığını ısırmış,
eşofmanın altında leke giderek büyüyor, adam "kendi köpeğim beni ısırdı büyütecek bir şey yok vs" dediyse de canının çok yandığından eminim. Erkeklerde bir garip karizma telaşı oluyor, "yandım allah" deyip eczaneye hastaneye koşacaklarına, yok canım yok bi şey deyip ayakta kıvranıyorlar. sanırım farklı bir uyuşturma bloklama hormonları var hemen devreye giriyor, neyse blog bu konuyu biraz daha araştıracağım. detaylı bilgi veririm sonra sana :)

çok üzüldüm blog, kapıdan burnumu her dışarı çıkarışımda bir macera yaşıyor olmam beni korkutuyor artık :)

not: fotoğraf tabi ki çok eski, dante gözünüzde küçük ve savunmasızmış gibi canlansın, olayı iyice egzajere edeyim diye özellikle bu fotoyu koydum :) kötü kurt, hain kurt, yaramaz ralf, sahibini yedi yaw :)

10 Ağustos 2009 Pazartesi

mesele anlaşıldı


mesele anlaşıldı, kreş psikologumuzla tekrar görüştüm
sabah Çakıl'ın "düşmanca!" davrandığı minik kızın sarı crocs'ları varmış,
Çakıl'ın en hassas noktasıdır, biz o crocslar çantamızda geziyoruz.
Kızımın zoruna gitmiş belli ki, başkasında da olması

benim minik kuzum
bu daha ne ki,
seninle aynı saçı kestiren, tıpatıp aynı renge boyatan arkadaşların olacak
aynı çocuğa aşık olacaksınız daha :)
tıpatıp aynı şeyleri neşeyle satın alacağınız dostların olacak, ikiz gibi giyinip gezeceksiniz
aynılıklara, paylaşmaya, herkes gibi olmaya, bütünün bir parçasıyken farklılaşmaya alışacaksın...

şoktayım ...



çakılın ilk kreş günü ..
biraz önce kreşin psikologu ile konuştum
yanlış anlamazsanız bugün çakılı diğer çocukların yanına küçük aralıklarla alacağız genelde ayrı tutacağız dedi
çocukların saçlarını çekiyor, sıkıştırıyor burdaki çocuklar ondan korkuyorlar şu anda dedi
ne?, pardon? yanlış veliyi aramış olabilir misiniz? dedim
çakıl mı? nasıl yani? dedim

şoka girdim, kesin karıştırıyor canım, ben çakılı bugüne kadar oyuncak bebeğe bile kızarken görmedim

şifremi aldım webden izlemeye başladım
gözlerimi dana gözü kadar büyütüp, çenemi belime kadar düşürerek izledim
evet çocukların üzerine üzerine gidiyor, açık..

şoktayım inanılmaz geliyor
psikolog çocuklarla iletişime diyaloga alışkın olmadığı için böyle olduğunu ilk başlayan çocukların çoğunun böyle olduğunu vs söylüyor telefonda

çakıl hem doğum burcu, hem yükseleni akrep olan bir kız
içindeki akrep'in bir gün dışarı çıkacağını biliyordum, o gün bugünmüş

şoktayım çok acayip şoktayım ....
çakıldan bahsediyoruz yahu, hani incinir diye topa vuramayan çakıl, hani bir çocuk bağırarak ağlıyor diye korkup kolumun altına saklanan çakıl, hani ağzındaki lokmayı istese biri çıkarıp veren tüm oyuncaklarını danteyle paylaşan çakıl...
şoktayım çok şoktayım ...