21 Mayıs 2009 Perşembe

sarı sayfalarımdan sen suçlusun, hamelin...

blogum, gözüm :)
işte aramıza giren bu adam, sana açıkça fişlemek isterim
sonuçta senden gizlim saklım olmaz bilirsin (yani çoğu zaman)
çarşamba akşamı iş sanat'a hamelin'i dinlemeye gittik.
marc andre hamelin şu anda yaşamakta olan en iyi piyano virtüözü olarak biliniyor.
hemen hemen tüm piyano eserlerini kusursuz yorumlamaklama kalmıyor, en zor, en imkansız kadansları yetkinlikle çalıyor.
Şimdi böyle bir adam benim aklımı uçurmasın da ne olsun :)
olağanüstü bir konserdi.
iş sanat girişte fotoğraf makinelerimize kibarca el koydu, emanete aldı.
Ama biz çıkışta "büyülü masallar" diyarında gezindiğimiz için makineyi emanetten geri almayı, vesair dünyevi şeylerin tamamını :) unuttuk.
halen de gidip alabilmiş değilim.
diyeceğim o ki; makinem yok, fotolar yok. Çakıl'ın sayfasının güncellenmediğinden bahisle mail dürtüştürmesi yapan arkadaşlarıma (kabul et blog, çakılın reytingi bizimkini döver) işbu açıklamamı saygılarımla sunarım.
bu arada hamelin şövalyeymiş, yani ben şövalye gördüm, evet gerçek bir şövalye gördüm :) bundan sonra gözlerime bakarken daha bir manalı yaklaşmanı beklerim blog, hiç kusura bakma şövalyeye bakmış gözler bunlar :)

10 Mayıs 2009 Pazar

anne olduğunu anlamak...

sevgili günlük,

yazacak konu mu yok diyeceksin belki ama, anneler günü kuşatmasında başka şey yazmak pek mümkün değil.

Anne olmak neyse de anne olduğunu anlamak öyle acayip bir şey ki,
şimdi belki çoğunuz okurken "insan karnındaki bebeğin varlığını ilk algıladığında hayatı değişir, sıradan insanlıktan yüce bir varlık mertebesine doğru yükselmeye başlar" diyeceksiniz.

Öyle olmuyor be günlük, annelik insanı darmaduman eden bir şey.

Yani sana şöyle anlatayım, hayatta yaptığım geri dönülemez tek şey.

Bütün dünyayı omzunda taşımaktan hiç bir farkı yok, loğusa sendromu denilen şey de bu zaten, yazdım mı daha önceden hatırlamıyorum.
Ama o çok sevimli, çok şeker bebeğinle hastaneden eve döndüğünde, hele ki ilk gece "bin atlı akınlarda çocuklar gibi şen" olunmuyor.

Kocca dünya tüm kalabalığıyla ve ağırlığıyla omzuna basa basa tepene çıkıp başının üstüne oturuyor, sanıyorsunki bir daha asla "ben" olamayacağım, asla derin nefes alamayacağım.

Çünkü geri dönülemez bir şey anne olmak, yaptığım her şeyi geri sarabilirim, değiştirebilirim. Evet gerçekten yapabilirim.

İstanbul'da olmak evden ayrılmak yanlış kararmış der, ankaraya gidip annemle babamın kuytusuna sığınırım. Hukuk işi bana göre değilmiş der yaşım kaç olmuş demez yeniden üniversite okur hayatımı baştan yaratırım, ha keza evlilik bile herkesin gayet iyi bildiği gibi (hatta gereğinden sık kullandığı gibi) iptal edilebilir bir sözleşme. Borca mı battım, çalışır kazanır öderim, evimi mi beğenmedim taşınırım vs vs.

Ne yaptıysam bugüne dek biraz emek ve yürekten istekle değiştirebilirim.

Ama anne olmak öyle mi, asla ve kat'a, ila nihayi değiştiremeyeceğim bir şey.

Yazının burasında, hamile okurlar bunalmasın diye hemen söylemek isterim ki, aynı şekilde asla ve kat'a ve dünya yıkılsa değiştirmek isteyemeyeceğin bir şey, rahatlayın :)

O ilk gece ömrünün en zor gecesiydi, artık başka biri olduğumu bildiğim anladığım ve bu yeni kimliğimin karşısında ezildiğim ilk gece.

Üzerinden 2,5 yıl geçti.

Bambaşka biri olduğum muhakkak, şimdi yaşamım kızımla da tanımlı, adına "ben" dediğim şey bir hayli "sen" aslında.

Yüzüm eskiden de gülerdi tabi ki, ama şimdi şefkatle gülümsemeyi öğrendim.

işler tepeme tepeme yıkılırken içimden "ali babanın bir çiftliği var, kuşlar havlamaaaz, kuşlar havlamaazz" söyleyip sakinleşmeyi öğrendim.

Öğrendiklerimi sıralamayacağım, say say bitmez ve ne kadar saysam da eksik kalır.

Ama laf aramızda, hep birilerinin doğumgününü kutladım ben, sen söyleyene kadar "pastanın doğumgünü"nü kutlamak hiç aklıma gelmemişti :)))

Bilmiş, kabul etmiş ve özümsemiş bir anne olarak bugün bu yazıyı şu dialogumuzu aktararak kapatmak isterim:
çakıl : anne
anne : çakıl
Çakıl: yok çakıl çakıl, "efendim" söyle
anne: pardon, efendim :)
çakıl : anne mutlusun söyle, sonra çakıl mutlusun söylesin
anne : çok mutluyum çakıl
çakıl : okey, çakıl dondurma yesin :))))

6 Mayıs 2009 Çarşamba

çingeneler zamanı

dün gece ahırkapıya gideceğim demiştim ya :)


gün gelip de bloguma dansöz kıyafetli fotoğrafımı koyacağım kimin aklına gelirdi....


Alberto ve Roman kankaları :)

dileklerimi 4 ayrı ağaca bağladım, e artık biri tutar di mi :)

5 Mayıs 2009 Salı

hıdırellez


Bu gece hıdırellez!
Geçen sene kaçırmıştım hatırlarsınız. tık :)
Bu sene hevesliyim.

Dileklerimi yazdım, bu fotograftan bir çıktı alıp bağlayacağım bahçedeki gül ağacının dalına
ama bu akşam asıl şenlik ahırkapı'da
bize de bahar şenliği gerek diyen varsa bekleriz. tık :)

3 Mayıs 2009 Pazar

bilmiyorum ama senin ihtiyacın var gibi geldi bana...

Bilmiyorum ama senin ihtiyacın var gibi geldi bana,
Kaç bahardır planlıyorsun
Etekleri rüzgarda açılan çiçekli bir elbise giymeyi?
Artık ne olursa olsun
Bu bahar esintili biri olmayı.
Tüy gibi hafif, oradan oraya uçuşmayı...

Nasılmış, nedenmiş meselesini bir mevsimlik tatil edip,
Sokağa çiçek gibi dökülmeyi...

Bilmiyorum, ama senin aklında
"fena" bir şey var gibi geldi bana.
Bu bahar göster bakalım numaranı!
Kaç bahardır planlıyorsun
- Bu sefer kesinlikle -
Erken bir bahar tatiline çıkmayı?

Hiçbir şeyin sana ait olmadığı,
Sabun kokulu bir pansiyon odasında, biraz kendine bakmayı.
Pansiyondan çıkıp kimseyle konuşmadan,
Her şeyi ceplerine doldurmuş olarak,
Gün boyu serseri gibi dolaşmayı...

Siyah - beyaz bir filmin başrol oyuncusu gibi
Uzaklara dalıp kahramanca kararların sigarasını yakmayı...

Bilmiyorum, ama sanki bu bahar
Mühim kararlar verecekmişiz gibi geldi bana.
Sanki bu bahar seçeceksin yolunu.

Peki bahar vakti seçilen yoldan hayır gelir mi?
Ama zaten hayır getirecek yollar
Hiç senin gibiler için değildi ki!
Söyle bakalım sen, kaç bahar geçirdin toprağa bulanmadan?
Şöyle çok eskiden olduğu gibi çamurdan köfteler,
Topraktan pastalar yapmadan.

Sırf yeni bitmiş otlar pembe topuklarını gıdıkladı diye
Tek başına gülümsemeden.
Söyle bakalım kaç bahar?

Elini çenene dayayıp,
Adını bile unutana kadar,
Gidip gelen karıncalara bakasın var senin.
Senin kendine bakasın var bu bahar,
Yaz sıcağı bastırmadan.

Biz de biraz anlıyorsak bu işlerden
- Her nev'i serserilikten ve
İhtiyatsız ömürler bilgisinden - biraz olsun yani,
Bu baharı kendine ayır derim.

Bilmiyorum ama kafanın içinin
Bir bahar temizliğine ihtiyacı var gibi geldi bana.
İyi olmaz mıydı yani, açıp başımızı,
Çıkarsak beynimizi,
Yıkasak bakir leğenlerde.
Sabun tozlarıyla, çitileye çitileye.
Söyle foşurdata foşurdata.

Bilmiyorum ama senin ihtiyacın var gibi geldi bana,
bu bahara.
Biraz kendine bakmaya...

İyi baharlar...
Sapphire's Scribbles
Fotoğraf: 2003-Maşukiye- 6 sene önce :(