aklımı çelen günbatımı...
elbetteki eksik kadro, ama mutluğumun bir parçasının resmedilmiş hali budur şüphesiz.


Son derece keyifle okuduğum bir kitap oldu; okurken altını çizdiğim kısımlardan bazıları şöyle; Murathan Mungan'ın "adalet" konusunda azılı bir suçlu olan kahramanın ağzından söyledikleri tüylerimi ürpertti;
"Adalet; açıklarından kimin nasıl yararlanacağı üzerine kurulu bir gösteriydi. Atlatılması gereken tuzaklarla dolu bir gösteri. Yasaların boşluklarını, adalet sisteminin su alan yerlerini tanıyanların; mevzuat açıklarını ustaca kullanmayı bilenlerin oyunuydu. Adalet, pahalı bir prodüksiyondu; yoksullar, çaresizler, kimsesizlerse bu pahalı prodüksiyonun ucuza kapatılmış figüranlarıydılar yalnızca. Mahkeme dediğiniz tiyatroda rol dağılımı çoktan yapılmıştı. Taraflardan biri kaybetse de, bu oyundan her seferinde kazançlı çıkan pahalı takım elbiseler, şık döpiyesler içinde temsil edilen , levhası bile bizim gibilerin apartman dairesi fiyatı eden avukatlık bürolarıydı ve onlar bütün ciddi görünüşlerine karşın, bana yüksek komisyonla çalışan üçkağıtçı artist simsarlarını hatırlatıyorlardı. Bu kadar sabıkalı ve sicilli bir suçlu olmasam rahatlıkla avukat olurdum"
"Buzdan bir kütle, mumyadan bir heykel gibi izledim kaderimi. Babam yanımda olsa bir tokat atar kendime getirirdi beni." Çocukluk düşlerinden yapılmış bir evin gölgeleri içinde babanın hayaletiyle karşılaşmak... Portobelloda, George Orwellın evinin önündeki kaldırımda oturup Tanpınar okurken zamansız sevgiliyle karşılaşmak... Kuledibinde, her şeyini bir Hopper çizimini elde edebilmek için harcamış bir adamla karşılaşmak... Ölüme çeyrek kala, bir balık lokantasında küçük kızının genç kadın haliyle karşılaşmak... Cinayetle kaza arasındaki bulanıklığa sığınırken, bir evcil hayvan dükkânında vicdan azabıyla karşılaşmak... Kara mizahla yoğunlaştırılmış usta anlatımıyla Yekta Kopan, okurunu, kentler, kitaplar, resimler, şarkılar, fotoğraflar ve insanlar arasında gezdiriyor. Çok iyi bildiğimiz ama unutmaya çalıştıklarımızı hatırlatıyor.