30 Ocak 2010 Cumartesi

cevizli browni

Denemek isteyenler için;

Malzemeler- 160 gr. bitter çikolata- 80 gr. tuzsuz tereyağı- 3 adet küçük boy yumurta- 1/2 su bardağı toz şeker- 1 su bardağı irice kırılmış ceviz içi- 1 su bardağı un- 3 çorba kaşığı kakao (dark kakao)- 2 çay kaşığı kabartma tozu- bir fiske tuz- 1 çay kaşığı vanilya özütü

Hazırlanışı:

1- Çikolata ve tereyağını birlikte benmari yöntemi ile eritin.

2- Ilınan çikolatalı karışıma toz şekeri ekleyip mikserle çırpın.

3- Yumurtaları tek tek ekleyip her defasında iyice çırpın.

4- Elenmiş unu, kabartma tozunu,vanilya özütü ve tuzu ekleyip tahta kaşıkla karıştırın.

5- Cevizleri hafifçe unlayıp karışımın içine ekleyin.

6- Orta boy dikdörtgen bir borcamın içini yağlı kağıtla kaplayın.

7- Hafifçe karışımı karıştırıp kalıba boşaltın.

8- Önceden ısıtılmış 160 derecelik fırında yaklaşık 35-40 dakika pişirin.

9- Fırından çıkarttığınız keki ister ılık ister sıcak şekilde , dondurma eşliğinde ikram edin.

sen tam kendine göre olsan


"Hava bir tuhaf. Hayal kurmaya yönelik bir tutum var havada. Kaçmaya müsait bir bulutluluk. Bir balkon olsa şimdi. Kimsenin seni tanımadığı bir şehirde. Kahvenin içine konyak kendiliğinden düşse, kocaman bir hırkanın içinde olsan şimdi sen. Bir şeyi terk etmiş olsan. Mesela bir şehri. Mesela kendini, yüzünü filan mesela. Sadece otelin kat görevlisi bilse ismini, sadece tesadüfen. İsminin yanlış telaffuz edildiği bir şehir olsa bu, sen de artık başka bir isme sahip olsan.
Biri gelse...
Üstünde kocaman kocaman giysiler olsa, kocaman bir kazak, kocaman bir pantolon, kocaman çoraplar, iç organlarına kadar ısınmış olsan. İçeride televizyonun sesi açık olsa ve çok güzel müzikler vardır ya, hani günün üzerinde bir buğu yaratan, hayatı photoshop’layan müzikler, onlardan biri çalsa. Bir kitap okuyor olsan. Şöyle kocaman bir şey. Çalışıyor olsan hatta, altını çize çize. Bir şey öğreniyor olsan kitaptan. Koltuk tam sana göre olsa oturduğun, sehpa öyle. Sen tam kendine göre olsan. Bir papatya kadar dengeli. Tam sen kitabı bitirdiğinde, gözlerin ağrıdığında biraz, kapı çalsa. Uzun zamandır görmediğin, artık aramaya da utandığın biri, seni hiç utandırmadan kapıda dursa. Çok eski bir dost olsa bu. O kadar eski olsa ki arada geçen zamanda ne olup bittiğini konuşmadan sohbet edebilsen. Gülsen gülsen...
Görünmesen...
Çok güzel bir rüya görsen, huzurlu bir şey. Kalabalık olmayan bir rüya. Uyansan uyku bittiği zaman uyansan ama. Denize karşı kahvaltı etsen. Yine konuşmasan kimseyle. Kimse de sana bir soru sormasa.Böyle kaç gün geçse... Böyle kaç gün geçse insan yeniden konuşmayı ister? Görünmeyi? Nefesinin sesini duyana kadar beklesen. Yatağa başını koyduğunda, yan dönüp kulağın yastığa dayandığında kalp sesini duyarsın ya kendinin. Öyle kaç gece geçse yeniden kalkıp kalabalıklara karışmak ister insan? Sorulara cevap vermeyi? Kocaman giysilerin olsa üzerinde, iç organlarına kadar ısınmış olsan. Ellerinin kazak kollarının içinde...Hava bir tuhaf. Hayal kurmaya yönelik bir tutum var havada. Kaçmaya müsait bir bulutluluk."
Ece Temelkuran

28 Ocak 2010 Perşembe

şebnem şibumi

"Sebnem kediler geliyor apartman bosluguna, dogrudan bana miyavliyorlar, sanki senden bahsediyorlar, dikkatle bakiyorum.

Sebnem zarflar aciyorum, faturalar cikiyor icinden. Sanki senden bir haber gelecek, senin el yazin, imzan olacak... Oyle sacma, kucucuk, tulbent boncugu gibi umutlar pit pit icimde beliriyor.

Sebnem ucaklar geciyor. Ucaklari sanki sen kullaniyorsun.

Her seyde sana dair bir ipucu, bir isaret seziyorum."

Muntekim'in okunmamis mektuplari'ndan,
Korkma Ben Varim, Murat Mentes

26 Ocak 2010 Salı

kar şiir oldu, yağdı

kar şiir oldu, yağdı
biz kollarımızı açtık, sevinçle kucakladık
kar kirpiklerimizi öptü, koynumuza doldu :)

23 Ocak 2010 Cumartesi

çakıl taşım karne aldı :)




kızım karne aldı, çakıl yani, hani 3 yaşında olan, hani hala ayıcığını kucaklayıp uyuyan :)

daha "kızım karne aldı" cümlesini kurarken başlıyorum yaşlanmaya, duruşum bozuluyor, belim eğriliyor belki saçlarım bile beyazlıyor olabilir

görmeliydiniz, çakılımın karne show'unu; her biri birer cüce olan bir dolu çoçukla heyecanlı mağrur vakur ritm gösterilerini, kendilerini alkışlayışlarını, sonra aileleri alkışlayışlarını :)

her grup ayrı gösteri yaptı, çakıl okula gider gitmez sınıfına çıktı ve beni tanımadığım hiç görmediğim çocukların gösterilerini izlemeye bıraktı, her birine "civcivlerim" diye yaklaşan adile naşitten gram farkım yoktu, burnumu çeke çeke izledim, ailelerle konuştum, hepsinden çakılı dinledim, 52 çocuğun arasında nasıl sivrilip kendine nasıl bir cemaat yarattığını nasıl bir fan clup oluşturduğunu gördüm, biraz tırstım.

Çakıl geldi sonra, daha sınıfı gelmeden. Benim o ilk kez gördüğüm aileleri tanıyordu! bir kadına "Tibet hasta galiba" dedi, bir başka kadının yanına gidip "defnesu'nun şemsiyesi yok" dedi. Ama tabi bütün bunları benim ya da öğretmeninin elini bırakmadan yaptı, teması kesemiyor hala.

İşte bu yüzden karnesindeki diğer tüm alanlarda 3 gülenyüz olmasına rağmen, girişimcilik alanında iki gülenyüz var.

Daha ilk karnesinde kırık getirdi yani:)

Bence girişimcilik niyeti ya da arzusu diye de bir alan olmalı, çünkü çakıl aslında bu işe çok meyilli. Sonra davul gösterisi başladı, çakıl pek az kısmına katıldı, sahneden "anne çok güzel di mi" diye seslendi bana, bir de "anne işe gitmedi" dedi :(

herkes bana baktı! ben zaten ağlıyordum, bu lafın peşinden şahdım şahbaz oldum.

pek foto çekemedim ama çakıl saymayadığım kadar çok insana poz verdi, herkesi uğurladık kapıdan tüm çocukların ailelerine gene gelin dedi, 50 çocuk çıktı en son biz ve bir de "elif" diye bir arkadaşı kaldı, elif gitmeyecek mi dedi? annesi babası gelince gidecek dediler, biz de bekleyelim dedi bana...

sulu sepken bir final olacak ama burdan sonrası sana minik çakıl taşı;

gurur duyuyorum seninle, varlığınla, yaşama biçiminle, insani yaklaşımınla, iletişiminle, duyarlılığınla, yapamadıklarınla, kırık notlarınla

ömrümün gökkuşağısın, yaşamımına girişinle; girişimciliğin eksik kalan bir gülen yüzünü ben verdim sana :)

19 Ocak 2010 Salı

biberli soğanlı ekmek

Epeydir tarif yayınlamadık di mi?
oysaki bir sürü şey pişirdim son günlerde.
ekmekler ev ve yakın çevre ahalimizin favorileri arasındaydı, biberli soğanlı, zeytinli, cevizli ve çekirdekli versiyonlarını pişirdim geçtiğimiz günlerde.
birini anlatayım, siz içine istediğinizi koyarsanız :)

Biberli Soğanlı Ekmek
Malzemeler:
3 bardak tam buğday unu
1 dolu tatlı kaşığı instant kuru maya
1 çay kaşığı tuz
1¼ bardak su, oda sıcaklığında
1 silme çorba kaşığı tereyağı, yumuşak
1 çorba kaşığı zeytinyağı
1 soğan
1 kırmızı biber
1 yeşil biber

Yapılışı:
Tam buğday ununu, tuzu ve kuru mayayı geniş bir kapta karıştırın. Oda sıcaklığındaki suyu, tereyağını ve zeytinyağını ilave ederek hamurunuzu 10 dakika yoğurun. Hamurunuz yumuşak ve kolay şekil verilecek kıvamda olacaktır. Hamuru bu haliyle 1 saat mayalandırın
Bu sırada hafif yağda iri doğranmış soğan ve biberleri soteleyin.
Soğan ve biber karışımı soğuduktan sonra mayalanmış olan hamura ilave edip karıştırın
Hamuru pişireceğiniz kalıba alın, ben 2 numara çember kullandım
Bu haliyle de vaktinize göre olabildiğince uzun mayalandırın.
Fırında 200 derecede 5 dk pişirip hızlıca bıçakla üzerine + ya da # işareti yapın
Fırına geri koyup üstü kızarıp kabuklanıncaya dek pişirin

Afiyet bal şeker olsun

17 Ocak 2010 Pazar

Bir yağmur yağsa da, beraber ıslansak

Bir yağmur yağsa da, beraber ıslansak.

İçim güvercinleri okşamış gibi rahat
Sen yanımdayken ister istemez
Geniş meydanlarda akşam üstleri
Üstüste üç kere deniz, üç kere çınarlar.
Sen yanımdayken ister istemez
Uzak ırmakları hatırlıyorum...

Turgut Uyar

14 Ocak 2010 Perşembe

Mezopotamya


Burası Mardin ovası,
Tolga Kılıç'ın bestesinde dediği gibi Mardin Mezopotamyadır !...
Asya'nın nazlı kızı.
Bereketin, bolluğun ve sevdaların diyarı...
Savaş ve barış burada anlamlandı.
Burada vücut buldu ruh,
Tarih burada başladı ...

pofuduk

sevgili günlük,

Diyarbekir-mardin gezime gönül desteği veren herkese teşekkür ederim,
canım ülkemde bi avuç sivil toplum kuruluşu olduğu için sosyal faaliyetten altın gününü anlayan nice nesiller yetişti, bunu az buçuk aşmış olmak bence çok da aferinlik bir şey değil, saolun hepiniz.

bugün güzel bir gün, sanki yumuşacık bir bulutun içindeyim.
Pofuduk.
Ve orada zamanı unutabilirim. Gece ve gündüz zaten karıştı birbirine.
Dinlendim dün gece, uyudum uzun uzun, harika filmler de izleyebilirdim, güzel kitaplar okuyabilirim, müthiş yemekler yerim, belki tavanı seyrederim
sanırım ben bu minicik dünyamda binlerce yıl hiç dışarı çıkmadan yaşayabilirim :)
Dışarda mevsimler değişmiş, biz hiç fark etmemişiz gibi.
Yeni kelimeler özleyecek kadar dinlendim dün gece.
Çalışkan arı olmaya hazırım bugün :)

12 Ocak 2010 Salı

boğazımda düğümlenen...

Bunlar olağanüstü çocuklar, her birinin gözleri pırıl pırıl
İşin aslı ben öyle köy görmemiş, koyunu kuzuyu kitaplardan öğrenmiş biri değilim artık biliyorsunuz zaten
daha önce Van'a Maraş'a Antep'e vs gitmişliğim de var.
Ama bir şehri görmekle o şehrin köylerine gidip gerçek yaşamın havasını solumak birbirinden çok farklı.
Diyarbakır'ın Beneklitaş ve Sırımkesen köylerini, Mardin'in Kaşıkça köyünü ziyaret ettik Toçev'le birlikte.
Artık pek çok şirketin yaptığı gibi müşterilere janjanlı yılbaşı sepeti, bayramlarda çikolata vs göndermiyoruz biz de. Onun yerine bu miniklerin ellerini tutuyoruz, gözlerinin ışıltısına destek olmaya çalışıyoruz.
Yılbaşı sonrası "bir bot bir mont" dağıtılan okullardan bazılarına kendimiz götürelim istedik hediyelerimizi.
Hem vermek hem almak için; bot verdik neşe aldık, mont verdik umut aldık.
Onlar gülümsedikçe içimiz ısındı da, boğazımızdaki düğüm hala yumuşamadı.
Anlatsam ağlatırım hepinizi, Ocak soğuğunda okula çıplak ayakla terlikle geldiklerini anlatsam, yada 5 yaşındakinin sırtında 2 yaşındakiyle okula geldiğini.
Bir de derler ya o coğrafyanın çocukları çeliklenmiştir hasta olmaz vs, nasıl yalan nasıl yalan
her biri üşüyordu, öksürüyordu çoğu, elleri buzz gibi.
Sustum bu kısmını atlıyorum müsadenizle.
Asıl anlatmak istediğim öğretmenler, ben böyle bir ideal böyle coşku böyle özveri görmedim.
Çocuklar ve o köyde yaşayanlar başka bir yaşamdan çoğu zaman bihaber olduklarından daha kolay belki durumları. Ama o köylerde öğretmen olmak ve uçsuz bucaksız bir alanda minicik iki göz heryanı dökülen okulda canla başla çalışmak, tam dibinde lojman diye verilmiş barakada aylar yıllarca yaşamak önünde eğilinmesi gereken bir şey bence.
Müthiş yürekli öğretmenler tanıdım bu sayede, her biri benden küçüktü, tek tek ellerini öpesim geldi.
Tam da o köyün orta yerindeki okulun duvarlarına töreyi yıkalım konulu panolar yapmak, kadın haklarını anlatmak vs her biri devrimci, kocaman yürek demek.
Dönüşte bir de onca yola üşenmeyip havaalanına bizi uğurlamaya geldiler ya...

10 Ocak 2010 Pazar

bakan göz / gören göz






bakışlarındaki ışığı mı anlatsam, güzel gülüşlerini mi, beni de içine alan umut dalgasını mı?

diyarbekir kalesinden notlar:

Herkese merhaba,
hem anlatacak çok hikayem var hem de paylaşacak fotoğraflarım
ama henüz gezinin etkisi altındayım, boğazımda düğümü duruyor
bu halimle anlatırsam epey dramatik olur.

fotoğraflar da henüz hazır değil
bu yüzden sizlerle ellerine ilk kez fotoğraf makinesi alan çocukların çektiği bir kaç fotoğrafı paylaşıyorum, keşke bu fotoğrafları çekerkenki küçük sevinç çığlıklarını, heyecanlarını da karelere yansıtabilmş olsaydık



5 Ocak 2010 Salı

bir şey değişir, her şey değişir ...

Sevgili blog dostlarım,

Yarın sabahtan itibaren bir kaç gün TOÇEV'le birlikte uzak coğrafyalarda, zor şartlarda eğitim görmeye çalışan miniklere bot-mont dağıtmak üzere Diyarbakır-Mardin dolaylarında olacağım.

Işık doğudan yükselir..

4 Ocak 2010 Pazartesi

ikibinon


2 değil de 3 gün tatil yapmanın bu derece mi farkı olur yahu? dinlendim, sakinleştim, yenilendim, harikayım, bomba bile olabilirim :)

yılbaşında evimizde oturduk, çakıllı şaraplı arkadaşlı filmli çok mutlu olduğumuzu fark ettik, alberto choona'nın desteğiyle yılbaşı menümüzü rosto ve bademli pilav şeklinde oluşturmuştu, mis gibi evdeydik neticede.

hediye paketi açmak harika bir şey ayrıca.
kendim dahil herkesin hediyelerini ben almış olsam da :)
gayri meşrutiyet ve neyi sevdiğinizi biliyor olmanız büyük avantaj.
sonraaa 3 gün uzun uzun yahu; ablalı enişteli bir gün bir gece, bir rakı bir şarap, bir ılgaz bir çakıl, bir köfte bir ekmek, sonraa sabah kahvaltısı polonezköy yeni birileri minik birileri, şirin birileri, sonra akşam komşuculukları, ziyaretleri, sonraaa emirgan kahvaltısı, sonraa kanka geceleriii....

şahane bi şeymiş bu 2010, aynen böyle devam evladım :)

3 Ocak 2010 Pazar

orta yaşlı, çok da sevmediğim bir "adam" gibiyim

Fena okur değilimdir ben blog,
Epey kitap okudum daha da okuyacağım elbet
bunların içinde yazarı erkek olan ya da baş karakteri bir erkek olan çok kitap vardı
her birinde bugüne dek en çok hissettiğim şey "empati" idi.
Hamdi Koç'un bu kitabından resmen ortayaşlı çok da tasvip etmediğim o adam gibi hissettim, ilk kez bir erkek gibi hissettim. bir adım sonrasını "ben" oldum tahmin ettim.
Büyük zevkti.
Gerçekten, -çok hoşlanmadığım bir karakter de olsa- bana resmen bir başkası, üstelik de bir erkek gibi hissettiren bu romana minnettarım ...
Hamdi Koç'un "melekler erkek olur" "iyi dilekler ülkesi" "çocuk ölümü şarkıları""çiçeklerin tanrısı" kitaplarını da okudum, hepsini sevdim.
Okusanıza ! :)
Kitaptan altını çizdiklerim;
Uzun uzun, yavaş yavaş uyumak. Ve saat sesi ya da kadın eli gibi herhangi bir dış etkiyle değil, akıl acıyı yendiği, vücut huzuru fethettiği zaman içeriden uyanmak.
*
İyiydim, iyi. Bir iki saat sonra yine kötü olacaktım haliyle. Kim hangi ruh halini ilelebet muhafaza edebilir ki! Ozzy bile diyordu bir yandan: You're having a good time baby, but that won't last.
*
Onlar birbirine benzeye benzeye ölüp gidecek, sen farklı ve ölümsüz olacaksın, diyemezsin. İnanmaz. Dünyanın en kıskançlık veren görüntüsü bir arada eğlenen, neşeli insanların görüntüsüdür.
*
"Donuk yüzlü nesli" diyorum artık çocuklarıma ve akranlarına. Zor gülüyorlar, çabuk surat asıyorlar, geç cevap veriyorlar.