29 Ekim 2010 Cuma

iğne kirpisi


dün akşam çakılla iğne kirpisi yaptık biz

bir ara öyle huysuzdu ki ikimize de iyi geldi bu kirpi,
dikenlerimizi saklamayı, hatta şirin göstermeyi öğrendik birlikte...

26 Ekim 2010 Salı

macaron adasından haberler

canım blog,
uzun uzun da yazarım ama kestirmesi şu ki; olmadı!

bu durumda size nasıl macaron yapılır şeklinde bir tarif de yazamayacağım
ama macaron yaparken neler yapılmaz onu yazabilirim;
* İlk kural; gecenin 12'sinde illa da macaron yapacağım diye tutturmayın, gidin yatın :)
* Ölçüler gerçekten hassas, kek değil macaron yaptığınızı unutmayın
* Arasına muhakkak şekersiz bir krema kullanın ganaj kullanınca macaronla birlikte çok şekerli oluyor.
* milim milim gram gram ölçtüğünüz hamuru asla ve kat'a içinde su kalmış sıkma kalıbına dökmeyin!
* biraz sakin olun acele etmeyin, soğumadan kağıttan çıkarmaya uğraşıp üstünü çatlatmayın
* ha bir de üstüste dizip hepsinin lekelenmesine yol açmayın :)

21 Ekim 2010 Perşembe

macaron işine bi de ben bulaşayım :)

haftasonu planım budur :)
bu işe bulaşmayan bir ben kalmıştım hadi bakalım hayırlısı olsun :)))

19 Ekim 2010 Salı

mutlu yılllar sevgilim...

Bir eşi olmalı insanın
Rüzgar onun kokusunu getirmeli,
Yağmur O'nun sesini.
Akşam...... onu görecek diye ... pırpır etmeli yüreği,
Ayakları birbirine dolaşmalı heyecandan, eve dönerken,
Cennetten köşe almışçasına
Sevdiği, sakındığı, bakmaya kıyamadığı...
Her bir hücresinden aşkın fışkırdığı,
Çölde okyanusu yaşadığı bir eşi olmalı insanın!!!
Ben seni ölene dek seveceğim boş laf!!!
Ben seni sevdikçe ölmeyeceğim...
Can Yücel


Not: Senin doğumgününde benim dilek dileme hakkım yok biliyorum, ama öyle bir şansım olsaydı dileğim bu olurdu :)

18 Ekim 2010 Pazartesi

hamarat atölye açıldı!

Elini değdirdiği her şeyi renklendiren güzelleştiren efsane kadın Enhar; hamaratatölye'nin yeni yerinde güne gökkuşağı katmaya devam ediyor.
Şiddetle tavsiye olunur!

13 Ekim 2010 Çarşamba

rüzgarın gölgesi

günaydın blog,
bugün 3. boyuttan sesleniyorum sana :)
bir kitap okuyorum "rüzgarın gölgesi" diye, kitap bir anlamda sahiplerini etkisine alan ve başına garip şeyler gelmesine yol açan bir kitabın öyküsü. olağanüstü bir kitap olduğu söylenemez ama okuyorum, akıyor.

Salı akşamı okuduğum bölümde lanetli olduğu düşünülen evin sahibinin eşinin ve hizmetçisinin ölü bulunduğu anlatılıyordu. adam ve karısı zehirlenmiş, hizmetçi de bileklerini kesmiş. Tahmine göre hizmetçi ikisini zehirlemiş sonra bileklerini kesmiş kanıyla bütün duvarları kana boyadıktan sonra gitmiş odasında ölmüş.
Tam bu kısımları okurken ve durup dururken burnum kanamaya başladı :)
neyse denk gelişine şaşırıp kitabı bırakıp burnumun derdine düştüm.

Dün akşam kitaba devam ettim; bu sefer okuduğum bölümde kötü bir meleğin (ki sonradan şeytan olduğu anlaşılıyor) hikayesi kötülükleri vs anlatılıyordu.
İçim kabardı bıraktım gittim kanepeye uzandım uyuyakalmışım.

Uyuklama sürem boyunca rüyamda şeytanlar iblisler vs vs bir sürü kötü şey gördüm
gözümü açtığımda tv ekranında yerde bir su birikintisi içinde kıvranan acayip bir yaratık "şeytan seni çağırıyooo" diye bağırıyordu.
Meğer filmmiş, canım kocam da uyuyakaldığı için rüyamda tv'den gelen seslerin etkisiyle saçmalamışım
ama seni temin ederim blog insanın sıcacık uykusundan şeytan seni çağırıyooo diye kalkması kabustan beter.

tesadüf işte,
tesadüf tabi canım
tesadüf di mi? ....

12 Ekim 2010 Salı

beni sıcaktır mısın?

üstüste garip şeyler oluyor blog
taa 2004 yılından bir şeyler beni bulup rahatsız ediyor, hem de inanılmayacak bir mantıksızlık silsilesi içinde. devlet acayip bir kurum, aklıma kaçıp uzaklaşmaktan başka bi şey gelmiyor.
minik çakıl'ım artık haftanın 2 günü tam gün 2 günü yarım gün okula gidiyor.
Gezi günlerinde ise hala gitmiyor, bakıyorum okulun sitesinden allahım neler neler yapmışlar; tırmanış gezileri, yunus seyri -ki külliyen karşıyım-, okul için market pazar alışverişi, itfayeyi tanıma gezisi, trafik eğitimi, cam ocağında cam boyama dersi, lunapark gezileri, uçurtma yapma ve uçurma aktivitesi ....
geçen sene bahanem vardı çakıl küçük diyordum
hala sınıfındakilerden 1 yaş küçük ve fakat boyunu ölçmek isteyince zıplayarak kamuoyunu yanıltmaya çalışmayı hesap edecek kadar büyümüş :)
okuldan hep choona alıyor diye serzenişte bulunduğu için dün işten erken çıkıp okulundan aldık hanımı, bir keyif bir neşe, bir okulun avlusunda şeref turları atmaca, görmeniz lazım ...
havalar soğuduğundan beri yeni lafı bu, beni sıcaktır mısın?
ofiste deli dünya iş var, içim sıkıntılı, işler beni geceye alıkoyacak gibi.
dışarda grimgri bir hava,
şimdi sen beni sıcaktır mısın çakılım?

11 Ekim 2010 Pazartesi

sarı sıcak potinler :)



amma verimli haftasonuydu blogcum,
çakıla diktiğim kırmızı pabuçları kıskandığımdan :) bu kez hem çakıla hem kendime yeni sarı pabuçlar diktim, acemiliğim yavaş yavaş çıkıyor.
dikiş işi çok zevkli
ha bir de kendime etek diktim hemen giydim ama fotosunu koymasam daha iyi :))))

neşe palamutlarım :)






Çakıltaşımın elleriyle topladığı neşe palamutlarımız ... :)))

7 Ekim 2010 Perşembe

6 Ekim 2010 Çarşamba

tazecik

çok güzel oldu yahu :))
içimde köpüren, sürekli bi şeyler yapma isteğini size anlatamam
sonbaharın etkisi sanırım, beni genelde yeniler sonbahar
bu haftasonu sepetlerce meşe palamudu ve renk renk yaprak ve kozalak toplamak istiyorum
ne yapacaksın derseniz hiç bir fikrim yok,
meşe palamutlarına bayılıyorum, masamda bir kasenin içinde öylece duruverseler bile yeter
hem belki aralık camdan bir sincap gelir :)

5 Ekim 2010 Salı

vişne reçeli akşamı

bu akşam vişne reçeli pişirme akşamım, dünden beri şekerin içinde beni bekliyorlar.
yine mutfağım miss gibi reçel kokacak,
yine gecenin bir vakti yeni pişmiş ılık reçel, eti form mısır ve pirinç patlağının üzerine akacak...
hımmm gitmem gerek :)

4 Ekim 2010 Pazartesi

bir umuda mum yaktık




Cumartesi akşamı, Caddebostan sahilindeydik.
Üçüncü köprü projesiyle hakkında ferman çıkarılmış -ve malesef katliamı çoktan başlatılmış- 2 milyon ağacı korumak için.
kimsenin İstanbul'un sahibi olmadığını, kesilen ağaçların ve çevreye verdikleri bunca zararın vebalini ödeyemeyeceklerini hatırlatmak için.
Sabah radyoda "İstanbul'un başına gelen en kötü şey, belediyeler, valiler, kötü yönetim değil İstanbul vatandaşıdır" dediler; "Mezarı kazılırken bunca sessiz kalan, tam o sırada tv'deki bir diziyi, sevgilisinin dibinde oturmayı, evde nezleli burnunu çekmeyi ya da bana ne demeyi bu şehre reva gören istanbul vatandaşı".
Sahi sizler; haberdar olanlar, 23 ayrı noktadan kendinize en yakın olan sahile gittiniz değil mi?
bir sahilde bir noktada küçük bir grup oluşturmuş, birer tane mum yakıp iki milyon ağaç ve hayat için orda olmuşsunuzdur umarım.
Bu şehirde sevdiğim pek çok insan var, hem de çok sevdiklerim.
Yaşama karşı durduğu noktaya ve farkındalıklarına saygı duyduğum insan sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor artık...

ev ayakkabısı



Cumartesi sabahı her sabah olduğu gibi 06.30 gibi kalktık Çakıl'la.
Ayakları buz kesmişti ve crocsları küçülmüştü.
Hafta boyunca Çakıl'a ev ayakkabısı almakla ilgili kendime 4 ayrı not yazmış, alarm kurmuş olmama rağmen unuttuğumu, beceremediğimi fark edip üzüldüm.
Üzüntüm 5 dk sürdü sürmedi; içimdeki pek bir maharetli Derya Baykal teyze -ki ben Soule Mama benzetmesini tercih ederim :) -uyanıverdi.
Hemen girişip Çakıl'a güzel bir ev ayakkabısı diktim, kendisi de yardım etti, kumaş seçti, ayağını kağıda koyup kalıbını çıkardı, kalıpları kumaşa iliştirip kenarını sabunla çizdi.
Kahvaltıdan önce her ikimiz de mutlu olmuş olduk böylece.
Ayaklar da pufuduk sıcacık çakma bobux konforuna kavuşmuş oldular.